2012/09/25

SOKAK HAYVANLARI İÇİN DOĞAL YAŞAM PARKI MI DEDİNİZ?


Hayvanları Koruma Kanunu'nda değişiliklik yapılmasına ilişkin tasarı TBMM'ye iletildi. Tasarıda yer alan akıllara sığmaz maddeler var. Bunalrdan sadece biri - en önemlilerinden biri, sokaktaki BÜTÜN hayvanların ve kent merkezlerinde barınakların, KENT DIŞINDA "doğal yaşam alanları"na taşınması yönünde. Böylece sokaklarda hiç ama HİÇ HAYVAN KALMAYACAK. Peki mevcut hayvanlara ne olacak? Bu konuda Anadolu'nun geçmişinde, özellikle İstanbul'da kentleşme - batılılaşma hevesleri çerçevesinde yaşanmış olaylar var.. Bu konuda sadece kısa bir alıntı aşağıda.. İnsanla birlikte evrimleşerek bugünkü halini alan, insansız varolamayacak evcil köpeklerdir sözkonusu olan..


Catherine Pinguet’nin İstanbul’un Köpekleri, kitabından alıntıdır (çev. Saadet Özen, YKY, İstanbul, 2009): Syf. 12. Fransız karikatürist Sem’in1910’da daha sonra Hayırsız Ada olarak anılacak Sivriada’ya tekneyle yaptığı ziyaretinden izlenimler.

Adacığın bir mil kadar açığında, en ufak bir yeşilliğin olmadığı, sarp, kıraç bir yerle karşı karşıya kaldı. Gözü ışıktan kamaştığı için köpekleri göremiyor, sadece bütün taşlar yeridnen oynuyormuş gibi “şekilsiz bir kaynaşma” seçebiliyordu. Bunu ilk başta sıcaktan oluyor sandı, ama tekne adaya yaklaşıp koku iyice dayanılmaz hale geldikçe, taşların aslında köpekler olduğunu anladı. Sem’in yazdığına göre hâlâ içini kaldıran, “sızlanmalar, hırıltılar kusan Stromboli” yanardağına benzettiği bir görüntüdür bu. Devamını şöyle anlatır:
“Çoğu kumsalda itişiyor, birbirini sıkıştırıyordu; birbirlerinin üstüne çıkarak suya ulaşmaya çalışıyor, güneşten pişmiş, ateşten kavrulmuş bacaklarını serinletmeye uğraşıyorlardı. Pek çoğu yüzüyor, bir yandan da denizde kavga ediyor, dört bir yanda yüzen leşler için kapışıyordu. Susuzluktan yarı ölü durumdaki birkaçı tuzlu suyu içmeye gayret ediyordu. Karada ise cesetleri kapışan bir köpek güruhundan başka bir şey yoktu. Güneşten kaçan öbekler gölgelere yığılmış en ufak çıkıntılardan bile yararlanmaya çalışıyordu. Kalanlar ise bir tür çılgınlığa kapılmış, cin çarpmış gibi koşuyor, yerinde duramıyordu.

Umutsuzca bize doğru yüzen sürüler vardı. Kısa süre sonra teknenin etrafı sarıldı. Bize değecek kadar yakınımıza gelmiş, teknenin kaygan kenarlarına tutunmaya çalışıyorlardı. Çoğunun kulakları yarı yarıya yenmiş, üzerleri tuzdan iyice azmış, duru suda kan izleri bırakan iğrenç yaralarla dolmuştu.

Bu manzaraya dayanacak hali kalmayan bir İngiliz hanım, denizcilere köpekleri öldürsünler diye yalvarıyordu.

Adanın bir kilometre açığında insanın tüylerini ürperten bu sakar yüzücülerden oluşan başka başıboş sürülere rastladık. Bacaklarını kol gibi sallayarak, can çekişir gibi çırpınarak inatla peşimizden geliyor, sonunda uskurun çalkantısında boğulup gidiyorlardı.

Uzaktan kafes yüklü iki mavnayı adaya doğru çeken küçük bir vapur gördük. Aç köpeklere İstanbul'dan ‘taze köpek’ getiriyorlardı.”

Bu çok özel kitabı edinmenizi öneririm. TBMM’ye sunulan Hayvanları Koruma Kanunu’nda değişiklik tasarısı üzerine daha söylenecek çok şey var. Ama özellikle sokak hayvanlarımıza geçmişte de toplu olarak yaptıklarımızı anımsamakta, öğrenmekte yarar var. Bunların aynısını yaşamak ve yaşatmak istiyor muyuz?

2012/09/24

Sıkıştırılmış Toprak Yapı Tekniği ile Bir Deneme



Bu metni, 6-9 Eylül 2012'de düzenlenen 7. Karaburun Bilim Kongresi'nde sunmak üzere, ağılıklı olarak Sevinç ile koordinasyon içinde oluşturduk. 2011 yaz aylarında Nevşehir'de ilk aşamalarını bir çalıştay ile başlattığımız sıkıştırılmış toprak yapı tekniği ile deneysel bina yapım sürecini ele alan yazının, mevcut olandan farklı ve daha iyi, bizleri birbirimize ve doğaya daha çok bağlantılayan yaşamlar yaratma yolunda, deneyimlerimizi süzerek ışık tutması umuduyla.. 
------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------
                                                                      

SIKIŞTIRILMIŞ TOPRAK DOĞAL YAPI TEKNİĞİ VE ÜRETİM SÜRECİ ÜZERİNE BİR DENEME
Z. Ebru Aksoy[1], Sevinç Ateş[2], Ali Gökmen[3], Evren Yılmaz Tekin[4]


KAPİTALİZM SONRASINI HAYAL ETMEK: SOSYAL DÖNÜŞÜM ARACI OLARAK YAPI ÜRETİMİ [1]
Küresel bir değişim çağındayız – eğer başka türlü bir çağ olduysa..
Kapitalizmin sürdürülemezliğini görmezlikten gelemeyeceğimiz bir döneme girdik. Hepimizin farklı çehre ve ölçekleriyle gördüğümüz, algıladığımız, hissetiğimiz, hakkında yazıp çizmeye çalıştığımız, büyümekte olan küresel kaos yeni bir düzene gebe. İçinde bulunduğumuz ekonomik, ekolojik ve sosyal kriz hali, onu anlamaya ve aşmaya çalışırsak, yeni ilişkiler kurmamızı sağlayacak. Ne de olsa insanın, “homo sapiens”in, dünya tarihinde zamansal olarak çok kısa bir yeri var; aynı şekilde örneğin endüstriyel tarımın, kapitalizmin, kopmuş sosyal ilişkilerin ve insanın tüm insan dışı doğa üzerindeki tahakkümünün. Bu yeni düzende varlığımızı sürdüreceksek farklı şekillerde düşünmemiz, bu düşüncelerimizi pratiğe geçirmemiz, denememiz ve sürekli denememiz, denerken farkındalığımızı koruyup sürece kapılmadan durduğumuz noktayı gözlemleyebilmemiz ve her denemeden sonra süreci etraflıca değerlendirmemiz gerekiyor. Yeni modelleri, yeni çözümleri, aynı, stres altında kalan  ekosistemlerin çözüm yaratması gibi, çoğunlukla mevcutlar arasında farklı ilişkiler kurarak yapabiliriz. En azından, bu da yöntemlerden biri olabilir.
Bu bildiride, tarihi asırlara dayanan bir yapı tekniğini, sıkıştırılmış toprak geleneğini, günümüzde nasıl uygulayabileceğimiz sorusundan hareketle 2011’de başladığımız bir yapı üretim sürecinin deneyimleri ve bu deneyimin bize düşündürdüklerini, genel bir çerçeve içerisinde aktarmaya çalışacağız. Sunuşta, tekniği ve süreci anlatmanın ötesine geçerek, denemenin kendisini, süreci gözden geçirecek, genel bir model üzerinden değerlendirmeye çalışırken, yeri geldiğinde somut deneyimlerimizi aktaracağız.
NASIL BİR YAŞAM MODELİ?
Kapitalizm, sürekli yeni çevrimlerle kendini yeniden yaratan, şartlara uyum sağlayan bir canlı organizma gibi. Her krizden bir şekilde, dönüşerek ve hatta öz-bağlamı içerisinde zenginleşerek çıktığı için, adeta tek çözüm olduğu gibi bir algı oluştu. Küresel ölçekte kapitalizm dışı somut çözüm önermenin imkânsızlığı görüşü güç kazandı / kanıksandı. Bu kanıksamanın kapitalizmi en çok besleyen damar olduğunu unutmadan, şu içsel çelişki ve detayları farketmek gerekiyor: Mevcut durumda, küresel ölçekte işleyen / işletilen, en azından böyle sunulan bir düzene bir anda yepyeni ve soyut bir alternatif model önerilemez. Uygulanmakta olan bir modelle, uygulamada olmayan model/modelleri karşılaştıramayız. Mevcut politik-ekonomik bağlamın ve ölçeğin içinde kalarak, yeni bir paradigma[2] tahayyül edilemez, paylaşılamaz. Bu nedenle hayâl edilen yeni düzen için somut denemeler çok önem kazanıyor. Düşünsel altyapıya özen gösteren küçük ölçekli ve yerel deneyler ne yapılabileceğine dair eşsiz katkılarda bulunuyorlar. Bu deneylerde, mevcut sosyo-ekonomik bağlamın doğal olarak içindeyken onu zorlamak, dışına – ötesine geçmek yeniden aynı üretim ilişkilerini üretmeden çözümler yaratmaya özen göstermek gerekiyor.
Bu süreçte, iki tarafı birden görebilen, hem kaosu hem çıkış ışığını algılayabilen ve en önemlisi harekete geçebilen, güncellenmiş sınıfsal terminolojiyle söylersek, çağımızın proleteryası[3]; eğitimli, kentli, hizmet sektörü işçilerine düşen çok iş var. Yeni dünya modeli üzerine denemeler yaparken, yeni üretim – tüketim modellerini, sosyal ve ekonomik ilişkileri düşünerek hareket etmek ve olumlu sonuçlanan projeler yaratabilmek için özellikle gözönünde bulundurulması gereken pek çok konu var.
Bu konuları, GEN (Küresel Ekoköy Ağı)[4], Gaia Education[5] dokumentasyonu, permakültür ilkeleri - bilgi birikimi ışığında ele almaya, projemizde düşünmeye çalışacağız. Sözü edilen kaynaklardaki yaklaşım, yeni, kalıcı, kapitalizm sonrası yaşam olarak gördüğümüz “ekoköy”lerde ve tasarımında, üç ilkeyi temel kabul eder ve bilgiyi bu üç temel taşın üzerine yapılandırır. Ekoköy kavramını ve konuyu, başka bir bağlamda açmak ve tartışmak umuduyla şimdilik şu görüşümüzü paylaşalım: Ekoköyler, gösterdikleri kalıcı, dayanışmacı, güçlü ilişkilere ve adil bölüşüme dayalı yaşam modelleriyle bireyin, bireysel ve toplumsal bağları ile mutluluğu ve kendini gerçekleştirmesini sağladığı gibi, bunu, doğayla uyum ve denge içinde yapabilmesini odağa koymaktadır. (Her kesim ve amaç için kullanıldığından, giderek anlam netliğini yitiren, bu nedenle de daha çok tanımlama ve sahip çıkılmasına ihtiyaç olan) “Sürdürülebilir yaşam”dan sözedebilmek için bu temel yaklaşımın olması gerekir. Bugün mutlu bir “hayâl” gibi görülen / sunulân, hayal olarak sunularak gerçeklikle bağları yıpratılmaya çalışılan adil, rekabete değil dayanışmaya dayalı yaşam biçimleri ekoköylerde sürmekte ve zenginleşmekte (Türkiye’deki durumu ayrı bir ortamda değerlendirme ümidiyle, bu genellemenin dışında bırakarak). Bu nedenle ekoköylerin bu yöndeki birikimlerinden alınabilecek dersleri kendi yaşamlarımızda çeşitli ölçeklerde deneyimlemek, sadece kırsal yerleşimlerde değil, kentsel ölçekte de düşünmek, uygulamak görüşümüzce çağa yapabileceğimiz en önemli katkıdır.
KALICI BİR DÜNYA İÇİN İLKELER 
Bu üç boyut, kalıcı bir dünya için yapabileceğimiz her türlü inceleme ve tartışmayı yerleştirebileceğimiz, birbirini tamamlayan ve ancak birlikte bir bütün oluşturan temel taşları gibidir. Yaşam modellerinin sağlıklı tasarımını / kurgusunu düşünürken, bunların tamamının öngörülmesi ve denge içerisinde çalışması önemlidir. Bu üçlüye, anti-kapitalist, eşitlikçi, yatay örgütlenme biçimleri, üretim ilişkileri bakımından baktığımızda, bu anlamda da sağlıklı ilişkiler kurmaya özen gösterdiğimizde, sanırız, kapitalizm sonrasını hayâl edebilmek için yeterli  somut malzemeye / bağlama sahip olabiliriz. (Üç ilkeye ve üç ilkenin yaratacağı sonuç bütüne bir organizma – ekosistem olarak bakmak, aralarındaki döngüsel ilişkileri görmek ve kurgulamak ise bir başka ve yine çarpıcı fikirler / bağlantılar yaratan bir yöntem).
SOSYAL BOYUT
Sosyal boyut, topluluk oluşturma, örgütlenme, grup dinamikleri gibi konular aslında toprağa bağlı yaşayan geleneksel toplumlarda kendi iç dinamikleri olan ve çok güzel işleyen örnekler içerir. Ancak kentsel orta sınıfın, eğitim almış, dil bilen bilgisayar kullanan, kitap okuyan, kentli proleteryanın kendi arasında ve özellikle kırsal kesimle ilişkilerini biraz tartışmakta yarar var. Bir kuşak öncesine dek aile, mahalle ya da köy bağlarını yaşamış ancak sonrasında büyüdüğü topraklardan ve/ya toplumsal ilişkilerden koparak aldığı eğitim, çalıştığı iş, oturduğu mahalle bağlamında yeni ilişkiler kuran ve kendisini bu yolla yeniden tanımlayan bir kesimden sözediyoruz. Özellikle Türkiye’de, 1960’lardan itibaren yaygınlaşan iç ve dış göç, kentsel dönüşüm gibi süreçleri düşünürsek, toplumun çoğunluğunun bu kategoriye girdiğini söylemek (nesnel araştırma yapılmamış olsa da) sanırız yanlış olmaz. Bu gruba, bu bildiri boyunca kolaylık amacıyla “kentli orta sınıf” diyeceğiz.
Ekolojik krizin farkında olmak ve bu konuda araştırma ve deneme yapmak kriteri ile baktığımızda, bu kritere sahip kesimlerin çoğunlukla kentli orta sınıf içerisinden çıktığını söylemek de sanırız yanlış olmaz. Elbette, derelerinin, köylerinin, ormanlarının elden gittiğinin farkında olan ve bu konuda hem direniş hem de yaşamlarına sahip çıkma adına harekete geçmiş, bilinçli ve harekete geçmiş önemli bir kırsal kesim nüfusu var. Ancak, bu bilinçli kırsal kesimin, kırsal nüfus içinde azınlıkta olduğunu, yer yer kırsala göçmüş kentli orta sınıfı barındırdığını ve hareketinin amacının kendi yaşadığı somut alanı kurtarmak olduğunu düşünüyoruz ve buna çok büyük değer veriyoruz.
Kentli orta sınıfın bilinçli kesimi ise – belki bu bizleriz- sadece kendi yaşam alanını dönüştürmenin ötesinde, toplumsal bir hareketlilik ve uyanış başlatmanın da arayışı içindedir – ya da olsa iyi olur. Sadece kendi bölgesinde değil, başka bölgelerde de, o bölgenin dışarısından bir katılımcı olarak birşeyler yapmaya çalışmaktadır. Buna, kentli orta sınıfın kendini ait hissettiği kent alanı olmadığı ve bu nedenle arayışta olduğu gibi çeşitli boyutlar eklenebilir[6].
Bu durumda, farklı sosyal gruplardan ve ilişkilerden söz etmek mümkün:
a.      Kentli orta sınıfın oluşturduğu grup; bizim projemiz için Sıkıştırılmış Toprak Çalışma Grubu (STÇG) iç ilişkileri; oluşumu, süreçler. Buna “çekirdek grup” da diyebiliriz.
b.      Grubun projesi çevresindeki toplum / destek grubu. Bizim projemizde, bu katılımcılardan oluştu. Biz, yaptığımız uygulama gereği, bu bağlantının aşamalarına ve önemli unsurlarına burada değinmeyeceğiz. Ancak bu konunun, özellikle yerleşmiş sınıfsal ve statü ilişkilerini yeniden üretmemesi açısından çok önemli olduğunu düşünüyoruz. Kentli orta sınıfın anti-kapitalist ve kalıcı[7] yaşam arayışlarında, kendini kırsal ya da kentsel az eğitimli topluluklarla nasıl ilişkilendirdiği bu bağlantının olduğu projelerde kalıcı olumlu sonuç elde edilmesini doğrudan etkiler. (Pek çok iyi niyetle başlayan projenin de, bu ilişkilendirmeye özen göstermediği için yeterli ölçüde toplumsallaşamadığını söyleyebiliriz).

Biz, Sıkıştırılmış Toprak Çalışma Grubu olarak yürüttüğümüz projedeki sosyal boyutu incelediğimizde de şu notları, bir sonraki çalışma için önemli görüyor ve paylaşmak istiyoruz:
1.    Yapı üretimi kendi içinde bir sosyal dönüşüm, grup oluşturma aracı olacak güçtedir. Mimarlık ve yapı üretim biçimleri amaç değil araç olarak değerlendirilirse ve çalışmalar buna odaklanırsa iş üretme biçimleri de buna göre şekillenmelidir.
2.    İşin, somut ürünün elde edilmesi kadar ve ondan önce grubun oluşması önem kazanır. Grubun kendisi bir proje haline gelir, gelmelidir. Grup/topluluk oluşturma ile ilgili zengin bilgi birikiminin tamamına girmesek de, bazı basit ilkeleri gündeme taşımak istiyoruz:

a.    Grup oluşumu ve gelişiminde aşamalar[8]
.
b.    Grup dinamikleri açısından rollere yönelik farkındalık, rollerin kişilerle özdeşleşmemesi için bilinçli olarak değiştirilmesi ve grup üyeleri arasında farklı bireyler tarafından üstlenilmesi önemlidir.
c.    Liderlik biçimlerinin de ayırdında olmak ve bireyler arasında değiştirmek grup olgunlaşmasına çok büyük destek sağlıyor. Grubun ve projenin dışındaki bağlamdan ister istemez gruba taşınan statülerin de farkında olmak, bunları grup içinde açmak ve etkilerini azaltmak / ortadan kaldırmak grubun kalıcılığı için önemli.
d.    Kimlik, kabul görme, beklenti ve ihtiyaçlar, bireyle ve grup amaçları, güç ve etkileme, yakınlık sorunu.
e.    Grup içi iletişimde sistemli yöntemler geliştirmek ve bunları projenin bir parçası olarak kullanmak.

3.    Tanımlı bir amaç – Amaç üzerinde grubun bilinçli ve yeterli tartışması. Tüm sürecin buna göre planlanması.
4.    Tüm sürecin hayâli – planlaması: Sürecin bütünü grup olarak uygun zamanlamalarla düşünülüp hayâl edilip sonrasında kurgulanmadan işe başlamak gruba enerji katsa da projenin yarım kalması risklerini içerir.
5.    Zaman baskısını kaldırmak: Proje amacı üzerinde zaman baskısı olduğunda grup ve projenin oluşumunda, perspektif kaybedilerek aynı kapitalist üretim biçimlerindeki zaman ve iş rekabeti ortamı yaratılabilir. Buna dikkat etmek çok önemli.  
6.    Düzenli ve farklı yöntemlerle iletişim olanakları yaratılması: Düzenli aralıklarla yapılan somut işin ötesinde grubun birbiriyle bağlarını tazeleyeceği, oluşabilecek düğümleri çözebileceği güvenli, zaman baskının olmadığı ortamlar yaratmak.
Bizim projemizde, grubun oluşum süreci tam yaşanmadan, grup hem kendi içinde hem de yapılacak işin planlaması bakımından tam olgunlaşamadan, zamanlamalar nedeniyle sonuç iş önem kazandı. Kendi dışımızdaki faktörleri tüm boyutlarıyla planlayalamadık. Ayrıca kısa ve uzun dönemli hedefleri tanımlayacak, tanımladıktan sonra gruba tekrar dönüp uygunluğunu zaman baskısı olmadan tartacak sürecimiz de olmadı.
En önemlisi de, çekirdek grubun ve çalıştay katılımcılarının yarattığı destek grubunun dışında, proje yerinde her zaman olabilecek, projeyi hayatlarının bir parçası olarak kullanabilecek bir kalıcı bir toplumsal oluşumumuz yoktu.Proje sadece, teknik bir deneme düzeyinde ele alındı.Bu da projenin sürdürülebilirliği ve toplumsal katkısı / değeri bakımından kısıtlamalar getirdi.
Devamlı bir toplumsal desteğin üniversite öğrencileriyle ya da bölge köylüleriyle en başında yaratılamamış olması, projenin hem sosyal hem de ekonomik açıdan sürdürülebilirliğini zorladı.
Bunlara rağmen, çok kısa sürede ve benzer projelere göre epey kapsamlı olduğu anlaşılan projede çok güzel deneyimler yaşandı.
Resim 1.Toprak eleme                                  Resim 2. Karışım hazırlama ve taşıma




  






Resim 3.Karışımı taşıma ve dökme               Resim 4. Sıkıştırma işlemi










 Resim 5.Hesaplamalar                                    Resim 6.Kutlama
Oluşan etkileyici grup enerjisine, geçmişteki deneyim tartışılarak buradan sağlıklı bilgi ve öneri beslemeleri yapılabildiğinde, süreç çok daha ilerilere taşınabilir ve görülen eksiklikler çözülerek, sonunda hem çekirdek grubun bireylerinin hem de sonuç üründen etkilenecek toplum kesimlerinin parçası olmaktan memnun olacağı bir noktaya gelinebilir.
Toplumsal boyuta diğer uçtan bir örnek de Viranşehir’deki benzer yapı tekniği ile başlanan oluşum. Toplumsal aidiyet duygusu ve katılım enerjisinin çok yüksek olduğu bu proje, anladığımız kadarıyla teknik yönün yabancı kalması ve içselleştirilmemesi nedeniyle sürdürülememiş, olumsuz bir anı olarak başlangıç grubunda çatışmalara yol açmıştır.
EKONOMİK BOYUT:ST projemiz öncelikli olarak Nevşehir Üniversitesi’nin sağladığı kaynaklarla Nevşehir’de başladı. Üniversite, uygulama alanı, uygulama için belirli – sınırlı bir bütçe ve çalıştay katılımcılarının düşük ücretlerle turizm okulunda konaklamasını sağladı. Bu hızlı ve çok olumlu gelişme, ekonomik boyutu tam olarak olgunlaştırmadan işe başlamamıza neden olduysa da, sonunda engellerin çözülmesi adına önemli katkıları oldu.
Öte yandan, kalıcı ve kapitalizm sonrası (ve belki öncesi de) yaşam biçimlerinde, ekonomi anlaşıyı değer değişimine dayalıdır. Bütün bir yaşamın bu değerlerin akışına göre yürütülmesi anlaşılır. Ekosistemleri gözümüzde canlandırarak buna İHTİYAÇ FAZLASI ile İHTİYACın dengelenmesi gözüyle bakabiliriz.Birinin artanı / çıktısı, diğerinin malzemesi / girdisi olur. Tam bir ekolojik döngü tasarımında, projelerinin tüm ihtiyaçlarının başka süreçlerden elde edilebilmesi ve çıktılarının da yine başka süreçlere katkı verebilmesi gerekir.
GİRDİLER: Toprak, taş, kalıp, emek, bilgi ve bir miktar satınalma gücü >>>>gibi
ÇIKTILAR: 70 m2 atölye yapısı, örnek ekolojik yapı, öğrenciler için çalışma ve toplanma alanı, kütüphane, sera, satınalma gücünü sağlayan destekçiler için görünür olmak ve prestij, emek koyanlar için deneyim ve paylaşım >> gibi..
Bu açıdan önemli gördüğümüz noktalar şunlar oldu:
1.    Planlama: Projenin bütününe dair planlamasında bu döngüye yer vermek. Gerekirse revize etmek. Bir ekolojik döngü gibi düşünerek, “girdi”leri nereden bulacağımızı ve “çıktıları”mızın ne yarar sağlayacağını yeterli sürede inceleyip tartışarak eğer bütçe denk gelmiyorsa, gerekli düzeltmeleri zamanında yapmak.
2.    Amaç ve niyette netlik ve uyum: Ekonomik boyutta bakarak görülecek olan sorunları tartışıp gerekirse ana yaklaşım ve niyet de dahil olmak üzere uygun iç sorgulamaya gitmek, her tasarım işinde olduğu gibi burada da sonucu zenginleştirir. Grup, yola çıkarken kabul edilen amacın belirli ana ilkeler içinde kalınarak değişmesi ya da detaylandırılmasına açık olmalı. Bu sürece, yani ekonomik boyuttan gelecek değerlendirmelerin geri beslemesine uygun zaman ayırılmalı.
3.    Gerçekçilik: Zaman, malzeme ve emek akışı planlamasında gerçekçilik, gereken her türlü kontrolleri yapmak.
4.    Paylaşım / Tanıtım: Tüm boyutlarıyla planlanmış ve işlediği model olarak görülmüş projenin olabiliğince çok paylaşılması. (Burada aslında toplumsal bir proje olsa idi, katılımcı tasarımdan sözetmeliydik. Biz toplumsal destek grubu olmadan yaptığımızdan bu bildiride bu konuya değinmedik. Ancak katılımcı tasarımın, sürecin bütününde, çekirdek grup için de gerçekleştirilebilmesi önemli. Zaman alan ve yoğunlaşma, emek isteyen bu süreç, grup projeleri için olmazsa olmaz ölçüsünde değerlidir).
EKOLOJİK BOYUT:
Yapı sektörünün yarattığı çevresel kriz fırsata dönüştürülebilir, daha sürdürülebilir konutların yapımı için bu tür denemeler örnek yaratabilir. Toprak yapıların en büyük ekolojik avantajları, somut olarak düşük enerji kullanımı/girdisi, düşük karbondioksit emisyonu, çok düşük kirlilik etkileri, yerel malzeme kullanım oranının yüksekliği, ana yapım maddesinin (toprak) yeniden kullanımı gibi sıralanabilir.
Şekil 1. Farklı yapı malzemelerinin karbon salımları (Morton et al., 2005).

St yapının ömrünü belirlemek için yapılan çalışmada ST yapı tekniği ile yapılan duvarlar 20 yıl boyunca doğal hava koşullarına maruz bırakılmış ve çöküş gözlenmemiş, %0,5 oranında erozyon gözlenmiştir. Bu varsayımla binanın 60 yıldan daha uzun bir ömrü olabileceği varsayılmaktadır. (Buia et al., 2009)

-------------------- ccc ----------------------



Sosyal, ekonomik ve ekolojik ilkeleri doğru çalıştıran, birbiriyle sağlıklı şekilde ilişkilendiren projelere çok ihtiyacımız var. Türkiye’de pek çok gönüllü kentli orta sınıf insan somut ve toplum yararına projelerde gerçekleştirmek, katkı verebilmek istiyorlar. Heyecanla, hızla projelere başlanıyor. Sıkıştırılmış Toprak projesinde biz de böyle başladık.Şimdi projenin bütünü üzerinde, 2011 deneyimini süzerek ve bunları katkıya dönüştürerek süreci yeniden, bu defa başka bir bilinç düzeyinden planlamak aşamasındayız. Bazı projeler ise yarım kalıyor. Viranşehir’deki projenin teknik yönlerden (uzmanların “dışarıdan” gelmesi ve kalıcı olmaması gibi nedenlerle) zorluğa girdiği, bu zorluğun da sosyal boyut üzerine baskılar yarattığı anlaşılıyor. Kentlerde yada permakültür gruplarında yarım kalan, hayâllerdeki düzeye erişemeyen projeler oluyor. Bu sonuçlanmayan projeler, tüm katılımcılara ve izleyenlere aslında çok büyük olumsuz duygular, algılar yüklüyor. Başta söz ettiğimiz, başka alternatif olmadığı, kapitalizm (ya da birilerinin bir şeyleri “bizler için” hazır hale getirmesi) dışında çözüm olmadığı duygusunun pekişmesine yol açabiliyor.
İşte bu çözümsüzlük duygusuna izin vermemeliyiz.
Ancak başarıya ulaşamadığımız, çatışmalar, engeller, düğümlerle karşılaştığımız yollarda da diretmemeli, farklı yollar denemeliyiz. Her projenin karşılaştığı engeller ve olası çözümler farklı. Bunları farkedip sürecin dışına çıkarak  inceleyebilmeliyiz. Çözümler, sorunları farketmekle başlıyor. (her ne kadar klişe de olsa, böyle..) Çözmeye yönelik akıl ve sağlıklı bilgi çerçevesinde adım atmakla yürüyebiliyor.
Çözüm arayışı içerisindeki kentli – eğitimli orta sınıfın şu anda üzerine düşen en önemli iş, bu yeni üretim süreçlerini denemek ve bunlarda başarılı olmaktır. Başta yapı veya gıda üretimi gibi, tarihi insan tarihi kadar eski konular, güzel başlangıç noktaları ve sosyal dönüşüm için etkili araçlar veriyor bizlere. Konunun kendisi kadar belki de ondan çok, yapılış biçimini gözetebilmek çok önemli. Yeni üretim süreçlerini, yaşamakta olduğumuz tüketim toplumu paradigmasında, bu ilişkilerle yaratamayacağımız için, attığımız her adımda yeni bir dünya dengesinin oluşumuna yol açabileceğimizi bilmek – düşünmek şu aşamada çok değerli.
Kurmak istediğimiz, analarımızdan, doğadan bildiğimiz, sonra unuttuğumuz ve şimdi tekrar peşine düştüğümüz, somut olarak kolayca deneyimleyemesek de algılayabildiğimiz;  dayanışmacı, güvene dayalı, doğadaki döngü ve dönüşüm ilkelerine uygun üretim ve paylaşım süreçlerini, çeşitli projelerde emekleyerek bizler yaratacağız. Tüketim toplumundan döngü toplumuna geçişi hemen çevremizdeki projelerle bizler deneyeceğiz. David Harvey’in 2010 Dünya Sosyal forumu açılış konuşmasından bir alıntı yapalım:
“Devrimci dönüşümler, asgari olarak, fikirlerimizi değiştirmeden, değerli bildiğimiz inançlardan ve önyargılardan kurtulmadan, gündelik konforlarımız ve haklarımızdan ferâgat etmeden, yeni bir gündelik hayat kurgusuna tâbi olmadan, toplumsal ve siyasal rollerimizi değiştirmeden, haklarımızı, görevlerimizi ve sorumluluklarımızı yeniden tanımlamadan ve davranışlarımızı kolektif ihtiyaçlar ve ortak iradeye uyum sağlayacak şekilde değiştirmeden mümkün değildir. Bizi saran dünya – coğrafyamız – radikal olarak yeniden şekillendirilmeli: toplumsal ilişkilerimiz de, doğayla ilişkilerimiz de ve ortak-devrimci süreçteki bütün diğer safhalar da..”[9]
Ve ekoköy deneyimlerini yakından izleyen, küresel sorunlar, sürdürülebilirlik ve alternatif sosyal biçimler üzerine pek çok kitabı bulunan eğitimci Ted Trainer’dan bir alıntıyla sonlandıralım:
“[Böylece], gezegenin geleceği ile ilgili kaygıları olan insanların yapacakları en önemli iş, yaşadıkları yerlerdeki sıradan insanların tüketim toplumundan, alternatif yolların istekli ve mutlu bir kabulüne geçişlerine yardımcı olmaktır. Görünen o ki, durumdan kaygılı insanlar için bunu yapmanın tek yolu, yaşadığımız yerde başlatabileceğimiz ne yöntemler varsa bunları somut olarak yapmaya başlamaktır. Böylece, Ekoköy hareketinin 30 yılı aşkın süredir sağladığı olağanüstü değerli katkılar görünür olabilir”[10].
Bu sunuşun, yeni yaşam modelleri arayışındaki yöntem tartışmalarına bir pencere daha açması ve böylece belki de ufuklarımızı biraz daha genişleterek yeni bağlantılar, yeni bağlantılara dayalı yeni hayâller ve dünyalar kurmamıza ortam hazırlaması umuduyla..
KAYNAKÇA –
Batuman, B. “Sosyal Mimarlık için Tezler”, dosya dergisi, Sayı 21, Mimarlar Odası Ankara Şubesi, Ankara, Ekim 2010, s. 50-51.
Buia Q.B., J.C. Morela, B.V. Venkatarama Reddyc, W. Ghayada. Durability of rammed earth walls exposed for 20 years to natural weathering. Building and EnvironmentVolume 44, Issue 5, May 2009, Pages 912–919.
Harvey, D. “Anti-Kapitalist Değişim için Örgütlenmek: Dünya Sosyal Forumu 2010’da yaptığı konuşma Porto Alegre”, dosya dergisi, Sayı 21, Mimarlar Odası Ankara Şubesi, Ankara, Ekim 2010, s. 51-63.
Joubert, K.A, Alfred, R, ed., “Beyond You and Me – Inspirations and Wisdom for Building Community” The Social Key of the EDE, Gaia Education, Permanent Publications, İngiltere, 2007
International Living Building Institute, “Living Building Challenge 2.1, A Visionary Path to a Restorative Future”, International Living Building Institute, 2012.
Mare, E. C., Lindegger, M., “Designing Ecological Habitats - Creating A Sense of Place”, The Ecological Key of the EDE, Gaia Education, Permanent Publications, İngiltere, 2011.

SONNOTLAR


[1]Architecture As A Tool For Social Change”, 2010 tarihli Mimarlığın Sosyal Forumu’nda ana konuşmacılardan biri olan Rod Hackney’nin oturum başlığıdır. Hackney, “Community Architecture” toplumsal mimarlık teriminin öncülerinden ve ilk uygulayıcılarındandır.
[2]Paradigma değişimi” deyimi (de) giderek daha yoğun kullanılan bir kavram. Bunu ilk ortaya atan, insan bilimleri öğrencilerine bilim dersi vermesi istenen fizikçi Thomas Kuhn tarafından kullanılmış. Bu amaçla, özellikle Aristo’nun bilimsel çalışmasını incelerken farkettikleri – bazı gözlemlerinin bile yanlış olması, hiç mekanik bilgisinin olmaması vb – Kuhn’un bilim dünyasına bakışında önemli bir fark yaratmış. 1961 tarihli kendisinin eskiz olarak gördüğü 172 sayfalık “Structure…” kitabı, bilimsel gelişmeyi anlamak için öncelikle bilim insanlarının bulunduğu entelektüel çerçeveyi  anlamak gerektiğine yönelik vurgusu ve kısa oluşuyla birden çok büyük ilgi çekmiş ve bilim tarihine bakışta adeta çığır açmış. Kitabın satış sayıları, Harry Potter satışlarıyla karşılaştırılabilir (1,4 milyon). “Normal” bilimin neyi keşfetmek istiyorsa onu keşfettiğini vurgulayan kitap bunun bulmaca çözmek gibi olduğunu vurguluyor. Mevcut teorileri kanıtlamaya yönelik çalışmalar. Buluşların, normal bilimin “ihmal edilebilir hata” olarak gördüğü (rahatsız edici) bulgulara daha dikkatle bakıldığında bulunduğunu, gerçek bilim insanların teorilerini kanıtlamaya değil, zorlamaya/çürütmeye / aşmaya çalışanlar olduğunu anlatmış. Detaylar için: The Guardian gazetesi web alanında yayınlanan, John Naughton’a ait, aslı The Observer’da 19.08.2012’de yayınlanmış makaleye bakılabilir: “Thomas Kuhn: the man who changed the way the world looked at science”

[3]David Harvey’nin Marx okumalarından aktararak.
[6]Kentli orta sınıfın içinde yaşadığı kenti gözardı edip başka yerlerde çözüm araması, bizce üzerinde durulması ve incelenmesi gereken bir konu.
[7]Burada sürdürülebilir yaşam yerine kasten kalıcı yaşam kavramını kullandık. Özellikle permakültür gruplarında çokça kullanılan sürdürülebilir yaşam kavramı, kapitalist düzenin yeni ürettiği üretim biçimi ve mekanizmalarca da çok fazla kullanılıyor. Permakültür gruplarının ve dolayısıyla terminolojisinin toplumsallaşma sürecinin devam ediyor olması ve sınırda duruşları nedeniyle ana akım yaklaşımlar tarafından hafifsenme potansiyelinin yaratılması da bir başka kaygı. Burada “sürdürülebilir” yerine “kalıcı” kavramını zaman zaman kullanarak, kavramlar arasında zihnin geçiş yapmasını, bu sayede, her bireyde farklı çağrışımlar yapabilecek kalıplarla düşünmek yerine sorgulama ve düşünme süreçlerinin canlı kalmasını sağlamak istedik. “Kavram sınırlarının genişlemesinden kaynaklanan çağrışım zenginliği” (Levent Mete, “Su Geminin İçinde mi Altında mı?,Psikeart Mart-Nisan 2010, Yaratıcılık sayısı, s. 52-57, İstanbul) yeni süreçler arayışında yardımcımız olur umuduyla..
[8]Detay sunuş anında zamanlamaya göre verilebilir.
[9]Harvey, D. “Anti-Kapitalist Değişim için Örgütlenmek: Dünya Sosyal Forumu 2010’da yaptığı konuşma Porto Alegre”, dosya dergisi, Sayı 21, Mimarlar Odası Ankara Şubesi, Ankara, Ekim 2010, s. 51-63.
[10] Trainer, Ted; “The Global Significance of the Ecovillage Movement”, Designing Ecological Habitats - Creating A Sense of Place”, The Ecological Key of the EDE, Gaia Education, Permanent Publications, İngiltere, 2011, s.8-13.