Kaos teorisi,
kuantum teorisi gibi sıkça suistimal edilen kavramlardan biri. Tarihin,
politikanın, toplumların seyrinin birer kaos örneği olduğu, yani olayların
büyük oranda kendiliğinden geliştiği iddia edilir. Bu yalandır. Tarihin seyri,
giderek artan oranda önceden belirlenmiş senaryoların oynanmasına dönüşmekte.
Tarihin bu seyri içinde kazandığımızı ve kaybettiğimizi düşündüğümüz şeylerin
bize “kazandırıldığı” ve “kaybettirildiğini” söylemek mümkün. Özneler eksik,
evet. Kendisine veren ve alanın, kaderini tayin edenin kim olduğunu araştırmak
herkesin görevi. İşte bunun peşine, size kazandıranın, kaybettirenin kim olduğu
bilgisinin peşine düşmediğiniz zaman bu dünyadaki varlığınız tehlikeye giriyor.
O bilmediğiniz, tanımadığınız insanların kölesi oluyorsunuz.
Sözcükler
birer uyuşturucu olsaydı, en yüksekten uçuranı “değişim” olurdu herhalde. Öyle
aptallaştırıyor ki bizi, neyin değiştiği ile ilgilenmiyoruz. İyileşiyor muyuz,
kötüleşiyor muyuz? İyi olanı neden değiştiriyoruz? Aptal mıyız? Kibarlığa lüzum
yok, aptalız ki, bu toplumun en güçlü, en iyi özelliğini değiştirmelerine, çiftçiliği ortadan kaldırmalarına izin
veriyoruz. Özellikle 2002’den sonra yoğunlaşan bir SALDIRI var Türk çiftçisine.
Size saldırıldığının farkına varmazsanız kendinizi savunamazsınız. Herhalde 10
yıldır gerilememizin sebebi bu diye düşünüyorum. Bu saldırıyı en güzel
belgeleyen, günlüğünü tutan kitaptan, Serpil Özkaynak’ın Türk Tarımının
Bilinçli Yok Edilişi kitabından söz edeceğim.
Köşe
yazılarından derlenen kitap, çiftçilerin felaketini -ki mesleki bir soykırım da
denebilir- tarımı bilerek ve isteyerek yok etmeye çalışan hükümetlerin
politikalarını, Tekel’in başına gelenleri kısaca belgeliyor. Herkes okusun diye
özet çıkarmıyorum. Küçük alıntılar yapıyorum:
Toprak ağaları, toprak reformunu engelledi
Atatürk, 1937
yılında yaptığı bir konuşmada 'Memlekette topraksız çiftçi bırakılmamalıdır'
demişti. Bu söz özellikle CHP’nin yıllarca düsturu olmuş, ülkede 'toprağı
işleyen köylüyü toprak sahibi yapabilmek için' TBMM’de yıllarca Toprak Reformu
yapılması için savaşım verilmiştir. Ancak, tarım kentlerinden meclise
milletvekili olarak gelenlerin hemen hepsi birer toprak ağası olduğundan, bu
öneriye hiçbir zaman sıcak bakılmamıştır.
Devlet arazilerini ve teşvikleri
patronlar kaptı!
Devletin arazilerinin fakir köylüye verilmesini yıllarca engelleyenler,
şimdi pek çoğu TÜSİAD üyesi olan koca koca patronların devlet arazilerini
paylaşması karşısında sus pus kaldılar. Sanayiyi, basını, Türk ticaret hayatını
elinde tutanlar, yabancı ortakları da yanlarına katıp, devletin üretme
çiftliklerini, teknopark projelerini, hatta mayınlı sınır arazilerini bile tek
bir köylüye kaptırmıyorlar. Devletin kaymakamları, valileri, belediye
başkanları, yani kamu yöneticileri de, 'Bölgemize yatırım yapılacak. İstihdam
sağlanacak' diyerek, bu işadamlarını sevinçle karşılıyorlar.
Atatürk 'tesis kredisi, büyüğe değil
küçüğe' diye uyarmıştı
'Patronlar Kulübü'nün güçlü üyeleri, aldıkları topraklara yapılan teşviklerle
daha da 'güçlü' hale gelirken, Atatürk’ün 1931 yılında yazdığı şu notu
hatırlamamak imkansız gibi:
'Memleket üretiminin artması, çeşitlendirilmesi için olduğu kadar herkes gibi
köylünün de refah içinde yaşamasını temin etmek için bir tesis kredisine ihtiyaç
vardır. Bu görüş, büyük çiftlik ve arazi işletenlere ait olmayıp daha çok küçük
çiftçileri ilgilendirir.'
Hatta bu notları arasında bir bölüm daha vardır ki, bu, son zamanlarda Türk
çiftçisinin içine düşürülmeye çalışıldığı 'borç batağına' karşı, yıllar
öncesinden yapılmış çok düşündürücü bir uyarıdır:
'Varlığından büyük iş tutarak büyük kâr yapmak için her şeyi borçla sağlamanın
yolunu bulanlar genellikle üzücü sonuçlarla karşılaşmışlardır. Bu gibilere
gerçek varlık ve ihtiyaçlarından çok kredi açmak ve onları kötü neticelerle
karşılaşmaya teşvik etmek uygun değildir.
Özel bankalardan köylüye 'kredi kartı'
tuzağı
AB’nin zoruyla çiftçiye 'üretimsiz, doğrudan maddi destek' veren hükümet,
bu uygulamasıyla çiftçiyi köyden şehre göç etmeye teşvik ederken, bir çoğu
yabancı olan özel bankalar da boş durmuyor. Ziraat Bankası’ndan aldığı krediyi
bile ödeyememiş çiftçiye kredi kartı verme uygulaması başlatanlar, çiftçiyi
geriye dönülmez bir iflasa sürüklemekteler.
'Köylü, yiyecek ve giyecek için para
sarf etmemeli'
Çiftçinin, köylünün günlük ekonomik sıkıntılarla boğulmadan ülke yararına
üretim yapmasını şart gören Mustafa Kemal Atatürk, köylünün 'beslenme ve giyim'
ihtiyacını kendi giderebilmesi için 'ev sanayi' kurulması gerektiğini bile
düşünmüş ve 1931 yılında bu düşüncelerini şu notlarında yazıya dökmüştür:
'Bir köylü ev sanayi kurulması için çareler düşünmek akla gelir. Bizde köylü,
evine, aile ve çocuklarının yaşamasına gerekli olan yiyecek, içecek ve herkes
gibi giyecek için para sarf etmemelidir.
Çiftçi sayısının çok olması sayesinde
yaşıyoruz
IMF ve AB politikalarıyla son yıllarda Türk tarımında köylü nüfus
azaltılıp, şehirli nüfus arttırılmaya çalışılıyor. Köyde ısrarla kalan
köylüleri de çiftçilikten edip, yeni 'çiftçi' olan işadamlarının zengin ve büyük
çiftliklerde köle gibi çalışmalarına yol açan bu düzenle Atatürk’ün istek ve
direktiflerinin tam tersi bir politika izleniyor.
Mustafa Kemal Atatürk, o zamanlar Türk ulusunun büyük bölümünün çiftçi
olmasının Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulabilmesinde ne kadar önemli bir yer
tuttuğunu 1923 yılında sarf ettiği şu sözlere ifade etmişti:
'Milletimiz çok büyük elemler, mağlûbiyetler, facialar görmüştür. Bütün
olanlardan sonra yine bu topraklarda bulunuyorsa bunun temel sebebi şundandır:
Çünkü Türk çiftçisi bir eliyle kılıcını kullanırken, diğer elindeki sabanla
topraktan ayrılmadı. Eğer milletimizin büyük çoğunluğu çiftçi olmasaydı biz
bugün dünya yüzünde olmayacaktık.'
Kitaptan ve diğer kaynaklardan derlenmiş
bazı kısa bilgiler :
- 1. Dünya Savaşı’ndan
sonraki dönemde Avrupa’yı eksik erkek nüfusuna rağmen Türkiye, tarım
ürünleriyle beslemiştir.
- Marshall yardımı
ihaneti ile ABD’nin üretim fazlası mısırı, bozuk sütü Türkiye’ye satılmıştır.
Evet hibe edilmemiş, satılmıştır.
- Köy Enstitüsü,
Köykent gibi köyü ve şehri kurtaracak projeler durdurulmuştur.
- Defter kalem
oyunlarıyla, yani fiyat ve ticaret politikalarıyla pamuk, buğday, pirinç, et
gibi yerli ürünlerin rekabet gücü kırılmış, çiftçi yoksullaştırılarak üretimden
vazgeçmeye zorlanmıştır.
- “Çiftçiye destek”
gibi kelime oyunlarıyla çiftçiye çalışmaması, üretmemesi için teşvik
verilmiştir. Tütün, şeker gibi bazı ürünlerin üretimi ise resmen
engellenmiştir. Sırf kapattırmak için et ve şeker fabrikaları
özelleştirilmiştir. Üretimi engellenen ürünler borç parayla yapılan ithalatla
ikame edilmiştir. Enerji ve sanayi malı ithalini tarım ihracatıyla
dengeleyebilecekken, ülke çıkarına rağmen tarım ürünü ithali başlatılmıştır.
- AB’de %5’lik tarım
nüfusu oranı yüksek sanayileşme sayesinde mümkün olmuştur. Türkiye sanayileşme
ve şehirleşme trenini sonsuza dek kaçırmıştır. Bu günden sonra tarım nüfusunu
artırmanın yolunu aramalıdır. Çünkü şehir nüfusunda işsizlik oranı
yükselecektir.
- Hükümet kendi
kurumlarıyla köylüyü evladiyelik tohumundan vazgeçirmiş, ithal hibrit tohumu,
ithal zirai ilacı, ithal suni gübreyi, bitki büyüme hormonunu teşvik etmiş,
bunların hesapsızca ve yıkıcı biçimde uygulanmasına seyirci kalmıştır. 2002
sonrası tohum alım satımı yasaklanmıştır. Tohum piyasasının %90’ı çoğunluğu
İsrailli yabancı şirketlerin elindedir.
- Yerli besi ve binek
hayvanı çeşitliliği kaybedilmiştir. Bunun yanında, 1991-2008 arasında kişi
başına düşen koyun, yerli sığır, arı sayısı %50'den fazla; keçi ve yük hayvanı
sayısı yaklaşık %75 azalmıştır. 1987-2008 arasında tarım üretimi nominal olarak
yerinde saymıştır.
- Hükümetler GAP’ın
etkin olarak işletilmemesi için dışarıdan yapılan baskılara boyun eğmiştir.
- Her ne kadar
hükümet-basın ortaklığı tam tersini söylese de, genetiği değiştirilmiş tarım
ürünlerine kapılar sonuna kadar açılmıştır. Hükümet halkın ve köylünün
tehlikeyi fark etmemesi için elinden geleni yapmaktadır.
- Türk patent hukuku
canlıları da kapsamaktadır. Yani insanlardan çok önce doğada var olan bitki ve
hayvanların genleri akla ve hukuka aykırı şekilde patentlenmektedir. İnsanlar
bırakın kültür bitkilerini, evinin arka bahçesinde kendiliğinden çıkan otlar ve
çalılar için bile hesap vermek durumunda kalacaktır.
- Tarım toprağı,
mülkiyeti sonsuza dek satın alanda kalmak üzere şirketlere satılmaya
başlanmıştır. Çiftçi işlemediği toprağı satmaya burada sıraladığım operasyonlar
sayesinde dünden razıdır. Buna kamu arazisi satışı da eklenmiştir.
- Köylü kendine yetme
bilincinden uzaklaşmış, süt, yoğurt, turşu, tarhana, ekmek gibi temel gıdayı
bile satın alır hale gelmiştir. Yoğun ve akılsızca yapılan makineleşme köylüyü
tembelleştirmiş, eski neslin bilgi birikimini ortadan kaldırmış, iş hayvanı
varlığı Avrupa seviyesinin çok çok altına düşmüştür. İthal fosil yakıt
enerjisine bağımlılık bakımından köylerimizin şehirlerden farkı kalmamıştır.
Olası bir enerji kıtlığı durumunda sadece elektriksiz, benzinsiz değil,
ekmeksiz de kalacağız.
- Sırada çiftçileri
barkodlayarak(ÇKS) ekilen her dönümü, kümesteki her tavuğu kayda geçirmek,
toprak ürünlerini ruhsata bağlamak vardır. Hedef halkın saksıya biber bile
ekemez hale gelmesi, tümüyle ÇUŞ’ların sağlayacağı gıdaya mecbur olmasıdır.
- Kafamızı kumdan
çıkaralım, gerçekçi olalım. Bakanlığın kurduğu tohum bankası, Anadolu ‘nun
biyoçeşitliliğini korumak değil, bilakis, bunları ÇUŞ’ların hizmetine sunmak
için vardır. Hükümetler artık halkın yararına olan düzenlemeler yapmayacaklar.
Aksine elimizde kalan son şey olan toprak ve su varlığını bizden zorla alıp
ÇUŞ’lara vermek için var güçleriyle çalışacaklar. Bu, tek cümleyle, aç ve susuz
kalmak demektir. Parayı bastırıp ithal ürünlerle beslenmek çoğunluk için söz
konusu olmayacaktır. Hiperenflasyon, bölgesel savaşlar, hazinenin iflası çok
yakın olasılıklardır. Dünya genelinde refah seviyesinin yükselmesi değil,
düşmesi beklenmelidir, ki bu ayrı bir yazının konusudur.
- Yapılması gereken
köylere geri dönmek, kendine yeten tarım(permakültür) birlikleri,
üretici-tüketici birliktelikleri kurmak, terk edilmiş toprağı kar etmese dahi
yeniden işlemek, yer yer eski usul üretim yöntemlerini diriltmek ve bilgi
birikimini kayıt altına almak, cahil çiftçileri duruma uyandırmak, darda kalmış
çiftçiye el vermektir. Bunlar devletten beklenecek şeyler değildir. Kişisel ve
örgütsel olarak devlete rağmen başarılmalıdır. Evet bunlar zordur. Savaş
kazanmak kolay bir şey değildir. Savaşmayı düşünmüyor musunuz? Umarım
çocuklarınız, torunlarınız açlığa dayanıklıdır.
Türk Tarımının
Bilinçli Yok Edilişi: Sivil Örümceğin Tarım Boyutu, Serpil Özkaynak, 2010,
Yayın B
Ayrıca;
Dünya Tarım
Tarihi: Neolitik Çağ’dan Günümüzdeki Krize, Marcel Mazoyer
Gıdalar, Ambalajlar, Silahlar ve Açlar,
Mebruke Bayram
Deccal
Tabakta, Kemal Özer