2012/06/28

Tarımı Sürdürülemeze Sürüklemek


TARIMI SÜRDÜRÜLEMEZE SÜRÜKLEMEK
Sevinç Ateş
Tarım sektörünün sorunsallarından konuşmaya başlayıp, sistemin insan ve çevre sağlığı açısından tehlikeler arz ettiğini, değişmesi, organik tarım, biyo-dinamik tarım gibi sürdürülebilir sistemlere geçilmesi gerektiğini söylediğimiz andan itibaren, bu sistemlerin insanları doyuramayacağı ve ekonomik yönden uygulanamaz olduğunu söyleyen çığırtkanların sayısı hayli fazladır. Bu sebeple tarım sektörünün icraatçılarının önemli bir kısmının uygulanabilir buldukları mevcutta da uygulanan sistemin bir değerlendirmesidir bu yazı.
Türkiye’nin tarım alanlarına genel olarak bakıldığında dünyanın en önemli tarım potansiyellerinden birisine sahip olduğu açıkça görülmektedir. Ürün çeşitliliği oldukça fazla ve bölgesel bazlarda farklı ürün gruplarında yüksek verimler alabilmek mümkündür. Aynı zamanda tarımsal faaliyetlerin yüksek olduğu bölgelerin büyük kısmı da sulanabilmektedir.
Tarımsal veriler incelendiğinde bölge yüzölçümüne göre ekili dikili alanların oranları :
1. Marmara Bölgesi : %30
2. İç Anadolu Bölgesi : %27
3. Ege Bölgesi : %24
4. G.Doğu Anadolu Bölgesi : %20
5. Akdeniz Bölgesi : %18
6. Karadeniz Bölgesi : %16
7. Doğu Anadolu Bölgesi : %10
olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu verileri yorumladığımızda her ne kadar İç Anadolu, Karadeniz ve G.Doğu Anadolu Bölgelerinde tarımsal faaliyetler yüksek gibi görünse de bitkisel üretim açısından üretimin önemli bir kısmının Ege, Akdeniz ve Marmara Bölgeleri’nden karşılandığını söylemek yanlış olmaz. Çünkü Karadeniz Bölgesi’nde ağırlıklı olarak bağlık, bahçelik ve ormanlık alanlar, iç kesimlerde de tarım alanları ve otlaklıklar bulunurken, Ege, Akdeniz ve Marmara’da endüstriyel bitki alanları ve tarım arazileri ekili dikili alanlar olarak karşımıza çıkmaktadır.
İnsan beslenmesinin önemli bir kısmını oluşturan sebze, meyve ve tahıllar gibi ürünlerde genellikle bu kıyı kesimlerinde üretilmektedir. Bu bölgeleri önemli kılan husus üretimin büyük bir kısmını karşılaması değil bitkisel üretimin icraat şeklidir. 
 Ege, Akdeniz ve Marmara Bölgelerindeki tarımsal faaliyetler incelendiğinde bu bölgelerde mekanizasyonun ileri düzeyde uygulanmakta ve tarım kimyasallarının gereğinden fazla ve yoğun bir biçimde kullanılmakta olduğunu söyleyebiliriz. Esasen istatistiki veriler bize ülkemizdeki tarım ilacı kullanma oranının gelişmiş ülkelere göre çok düşük olduğunu söylemekte. Ülkemizde hektar başına 0.5 kg. zirai ilaç kullanılırken, Fransa ve Almanya'da 4.4 kg., İtalya'da 7.6 kg., Hollanda'da 17.5 kg. kullanılmaktadır. Bu veriler hesaplanırken otlaklar, fundalıklar ve benzeri ürün alınmayan alanlar da ekili dikili alan olarak değerlendirmeye alındığı için, ülkemizde hektar başına kullanılan tarım ilaçları miktarının düşük görünmesi doğal. Fakat yapılan araştırmalara göre Adana, Mersin, Antalya ve İzmir illerinin tarımsal faaliyetlerde kullandığı tarım ilaçları oranı tüm ülke geneline oranla %65 olarak verilmekte.  Bu rakamlar bize tehlikenin artık sinyal verdiğini değil çanlarının çaldığını göstermektedir. Sadece 4 ilde tüm ülkede kullanılan tarım kimyasallarının yarıdan fazlası kullanılmakta, yani bu iller dünyadaki en yoğun tarım ilacı kullanan iller arasından listenin en üstlerinde yerlerini almış. Peki bu kimyasallar hangi ürünlerde kullanıyor? Şeftaliden buğdaya, maruldan pirince kadar yani neredeyse gündelik hayatta tükettiğimiz besin kaynaklarımızın tamamında. Ülkenin en önemli tarımsal üretim merkezlerinin kimyasal kullanma oranlarının bu kadar yüksek seviyeye çıktığını görüyorsak tarımsal sürdürülebilirlikten nasıl bahsedebiliriz! Evet ülkemizde nüfusun önemli bir kısmının geçimini sağladığı tarım sektörü ne yazık ki artık sürdürülebilirliğini kaybetmiştir. Aynı zamanda sektörün kullandığı konvansiyonel üretim biçimi çevresel ve ekonomik problemleri de her geçen gün daha fazla körüklemektedir.


Sorunun esas temelleri şu cümlelerle özetlenebilir aslında;
Tarımsal üretim yaparken karşılaşılan en küçük sorunlarda direk olarak ilaçlama yöntemine başvurulmakta. Örneğin tarlasında normalden fazla sayıda kuş gören çiftçi; kesin tarlamda fazla böcek var ve bu kuşlar bu yüzden buradalar mantığı ile hareket ederek böcek ilaçlaması yapabilmekte.
Zirai mücadele ilaçları ve gübreler genellikle takvime göre ve gereğinden fazla kullanılmakta. Ne demek takvime göre uygulama? Teknik talimatnameye göre, tarımsal ilaçlama herhangi bir hastalık veya zararlı etmeni üretim alanında görüldükten ve zarar eşikleri hesaplandıktan sonra uygulanabilmektedir. Oysa takvime göre yapılan ilaçlamada sayım yaparak zarar eşiği hesaplamak bir tarafa henüz ekim dikim yapılmadan ilaçlama ve gübreleme programı hazırlanmakta ve ona göre uygulanmakta. Yani domates yetiştiren bir çiftçi, nasıl olsa mantar hastalığı çıkar ben haftada bir ilacımı atayım diyerek daha fidesini toprağa diker dikmez ilaçlamaya başlamaktadır. Gübreleme içinde bu durum pek farklı değil. Toprağın durumu genellikle önceden bilinmemekte, gübreleme toprağın durumuna göre planlanmamaktadır. Örneğin, buğday yetiştiriciliğinde yılın şu ayında şu kadar kg şu gübreden kullanılmalıdır şeklinde ifadelerin yer aldığı her bitki için ayrı ayrı hazırlanan cetveller bulunmakta ve üreticilerin birçoğu üretimini bu şekilde gerçekleştirmektedir. Farklı bir bakış açısıyla; nasıl olsa yazın böbrek enfeksiyonu kışın üst solunum yolları enfeksiyonu geçireceğim, ben hasta olmadan antibiyotik ilaçlarımı peşin peşin alayım mantığından çok da farklı değil aslında tarımsal üretim sistemindeki bu durum.
Bir diğer sorun ise ürün çeşitliliğinin azalması. Aslında bu sorunun diğer sorunlara zemin hazırladığını söylemekte doğru olur. Çünkü bir bölgedeki ürün çeşitliliği ne kadar az ise o bölgede tarımsal zararlıların epidemi yapma olasılığı o kadar yüksektir. Buda demek oluyor ki ürün çeşitliliğinin az olduğu yerlerde daha fazla tarım ilacı kullanılır. Ürün çeşitliliğinin azalmasının sadece tarım ilacı kullanımını arttırdığını söylemek elbette dar bir bakış açısı olacaktır. Her şeyden önemlisi ürün çeşitliliğinin az olduğu, her yıl aynı yerde aynı ürünün yetiştirilmesi olarak da tabir edilen monokültür tarım sistemi ekolojik dengeyi alt üst ediyor demekle abartılı bir tabirde bulunmuş sayılmayız.  


Bu cümle şu örneklerle daha geniş anlamda tanımlanabilir.
GAP bölgesinde sulama imkanının sağlandığı tarihten itibaren ağırlıklı olarak pamuk ve mısır üretimi yapılmaktadır. Tarlasına her yıl pamuk ve mısır eken bir çiftçi doğal olarak her yıl aynı gübre ve tarım ilaçlarını kullanmaktadır. Pamuk yetiştiriciliği esnasında tarlasındaki böcekler için uyguladığı ilaçlar sadece o böcekleri öldürmekle kalmaz, farklı türleri de öldürebilir veya değişen oranlarda zarar verebilir. Çünkü tarım ilaçlarının etki alanları genellikle geniştir. Bunun yanı sıra yapılan araştırmalar tarım sisteminde kullanılan ilaçların ancak % 1-2 kadarının hedef türler üzerine ulaştırılabildiğini bildirmektedir. Daha acı bir tablo ise aşağıda verilmiştir. Tabloda bazı tarım ilaçlarının yararlanma yüzdeleri bulunmaktadır. Bu tabloya göre bir böceği öldürmek 0.03 mikrogram, bir milyon böcek içinse 30 mg kimyasalın gerekli olduğu görülmektedir. Oysa arazide bunun tam 3000 katı kullanılmaktadır!



Kullanılan 3000 kat fazla kimyasal doğadan kendiliğinden masumca kaybolmamakta elbette. Soluduğumuz havaya, içtiğimiz sulara karışmakta, doğrudan ve dolaylı olarak hem bizlerin sağlığını hem de doğal yaşamı tehdit etmektedir. Ürünlerin yetiştirilmesi esnasında kullanılan kimyasalların fazlaları ürünün içeriğine geçerek bu ürünleri tüketen insanların ve hayvanların bünyelerinde birikmekte ve çeşitli hastalıklara sebep olmaktadır. 

Örneğin zehirlenerek öldürülen fareleri tüketen yılanlarında ölmesi sebebiyle yılan tür sayılarında azalma olduğu bildirilmektedir.

 
Bizler yaşadığımız sürece sürdürülebilir sistemlere ihtiyaç duyacağız, bunu elde edebilmenin yollarından birisi ise tarımı sürdürülebilir kılmaktır. Bu yüzden sahip olduğumuz doğayı kaybetmeden, sistemi değiştirmek ve sağlıklı, güvenilir hale dönüştürmek zorundayız. 

2012/06/22

Dayanışma Ekonomileri Sunumu - Adil Paylaşım

28 Haziran 2012, 19:00-21:00,  Baraka Tasarım Akademisi
Kayıt için lütfen arayın: Akademi Baraka - 312 466 34 04

DAYANIŞMA EKONOMİLERİ
Kalıcı, sürdürülebilir iyi bir yaşam için adil paylaşım alternatifleri 

Sunan:  Ebru Aksoy,  Mimar  -  Permakültür Tasarımcısı


Tüm dünyamızı etkileyen toplumsal, ekonomik, ekolojik krizler, çözüm için adım atmazsak bizi ileride daha da zorlayacak. Hakim ekonomik yaklaşımın tıkandığı, toplumsal ve bireysel zenginleşmeden çok yaşamlarımıza hiç dokunmayan bir “küresel ekonomi”ye hizmet eden büyüme modelinin sonunun göründüğü günümüzde, değişim gücü bizde.
Krizden çözüm çıkartmak için küçük adımlarla mucizeler yaratmak mümkün. Kalıcı, adil, özümüze uygun, bireysel ve toplumsal olarak zenginleşebileceğimiz yaşam modellerini kendi yaşamlarımızda deneyerek başlayabiliriz. Bu akşam,
-    Dayanışmaya dayalı, küçük, yerel, adil ekonomik modeller ile yaratılabilecek alternatifleri,
-    Yaratıcı sosyal / ekonomik fikirler ve ekoköylerin sunduğu deneyimleri,
-    Daha detaylı araştırma ve deneyim için olası yöntemleri 
konuşacağız.

Değişim bizden başlar.


Akademi Baraka  -  http://www.akademibaraka.com/  

Atatürk Bulvarı 219/4, Kavaklıdere, Ankara 312 466 34 04,
Katkınızı bütçenize göre kendiniz belirleyin: 30 TL, 50 TL ya da 80 TL

  
 

Dikmen Vadisi Permakültür Atölyesi

Bu yazı Ankara Dikmen Vadisi 4-5. etap proje alanında Ekim 2011'de düzenlenen permakültür / doğal döngü atölyesinin sonucudur. Daha önce Mimarlar Odası Ankara Şubesi süreli yayını Bülten'in 94. sayısında (Kasım-Aralık 2011, s.91-95) yayınlanmıştır.
----------------------------------------
Doğal Döngü / Permakültür Atölyesi
Tarih: 07-08 Ekim 2011, Saat:  13.00-17.00
Yürütücüler: Evren Yılmaz Tekin ve Z. Ebru Aksoy
Atölye katılımcıları: Ali İhsan Başgül, Gözde Cüce, Hasan İslam, Hande Akçakoca, Zehra Çamdal, Deniz Kesici, Sırma Gül Mısır, Hülya Keçeci, İnci Gökmen, Ali Gökmen, Nurhayat Varol, Özge Yalçıner Ercoşkun.

Kentlerde hızla artan insan nüfusunun yerleşimi için, ihtiyaçlarını yerel kaynaklarla karşılayabilen ve çıkan her türlü ürünün değerini kaybetmeden doğal döngünün başka aşamalarına girdi olarak aktarılabildiği, olası en az kaynak kullanımı ile en zengin çeşitli, esnek (dolayısıyla) dayanıklı, doğal çevre ile uyumlu ve sonuçta uzun vadede sürdürülebilir yaşam çevreleri oluşturulabilmesi, bulunulan yerde kalıcılığın sağlanabilmesi çok büyük önem kazanıyor. 

Bu ihtiyaçlar göz önünde bulundurularak tasarladığımız Dikmen'de Doğal Döngü Atölyesi, doğadaki düzenlerin ilkelerini ve onları uzun vadeli, kalıcı yapan ilişkileri inceleyerek doğal ve yapılı çevre için tasarım modelleri yaratma arayışındaki “Permakültür” sisteminin bilgi birikiminden yararlanarak, Dikmen Vadisi’nde neler yapabileceğimizi, buradaki yerleşimin enerji, su, ısınma, barınma, gıda gibi her konuda kendisine yeterliliği ve doğal döngüdeki yerini inceleyip gözleyerek vadi yaşayanlarıyla birlikte katılımcı tasarım süreçleri ile öneriler geliştirmeyi amaçlıyordu.

Atölyede, permakültürün tüm boyutlarına dokunmaya olanak tanıyacağını düşündüğümüz, kentte uygulama yapmak, tarım ve belki toplum destekli tarım konusunda çalışmak, toplumsal bir bağlamda uygulama yapmak, kentsel dönüşümün ne ve nasıl olmasını tartışmak / deneylerle çözüm aramak, köy ölçeğinde bir yerleşimde örneğin atık konusunun nasıl ele alınacağını sorgulamak isteyenleri ve bunun gibi pek çok farklı öncelikleri olan dostları buluşturmayı hedefledik.

PERMAKÜLTÜR, kalıcı tarım anlamına gelen “permanent culture” ifadesinin kısaltılmışıdır. Kavramı geliştiren Avusturalyalı Bill Mollison’un tanımıda göre permakültür, doğal sistemlerin gözlemine, geleneksel tarım yöntemlerinin içerdiği erdeme ve modern, bilimsel, teknolojik bilgiye dayanan bir tasarım sistemidir. Permakültürün amacı sürdürülebilir insan yerleşimleri oluşturmak, yani kendi ihtiyaçlarını karşılayan, çevresini sömürmeyen ve kirletmeyen, uzun vadeli, ekolojik anlamda sağlıklı ve ekonomik olarak da uygulanabilir sistemler yaratmaktır.

Resim 1 Permakültür İlkeleri


Resim 2 Toplum destekli tarım için uygun yamaçlar. (Fotoğraf: Evren Yılmaz Tekin)












Resim 3 Yamaçlarda bostanlar. (Evren Yılmaz Tekin arşivi)

GÖZLEM VE DEĞERLENDİRMELER Tarih: 07-08 Ekim 2011, Saat:  13.00-17.00
Gözde Cüce

7-8 Ekim tarihlerinde gerçekleştirdiğimiz atölyede ilk olarak, diğer atölyelerden katılımcılarla birlikte Vadinin Ayrancı yönünden başlayan ilk etabından Oran bölgesinde sonlanan 5. etabına kadar süren üç saatlik keyifli bir gözlem yürüyüşü yaptık. Yürüyüşümüzde, permakültürün önemli ilkelerinden biri olan gözlemi hazırladığımız formlar yardımıyla gerçekleştirdik. Vadideki doğal sistemleri (güneş, rüzgar, topografya gibi) dikkatlice gözlemleyerek, neler yapılabileceğini planlarken bu verilerden faydalanmayı amaçladık. Dikkatimizi çekenler özetle şöyle idi:

Araziyi güneşlenme bakımından incelediğimizde, vadinin kuzey-güney doğrultusunda uzandığını gözlemledik. Bir yamaç sabah, diğeri akşam güneşini almaktaydı. Güneşlenme saatinin fazla olmadığını gördük. Rüzgar açısından ise, boğaz şeklinde uzanan vadide Oran’dan Dikmen yönüne doğru hava akıntısı hissedilmekteydi. Yürüyüş parkurumuz topografya olarak “V” şeklinde belirgin bir vadiydi.
Toprağın verimli ancak yer yer sert ve killi olduğunu gözlemlediğimiz vadide tarım yapılması düşünülen bölgeler için tekrar bir analiz gerektiği kanaatine vardık. Bunun yanında, müstakil bahçelerde yetişen lezzetli sebze ve meyvelerden tatma imkânı da bulduk.
Permakültür için önemli girdilerden biri olan su bakımından vadinin oldukça zengin kaynaklara sahip olduğunu gördük. Terkos suyu bol miktarda ancak yer yer boşa akıyordu. Vadide yaşayanlar, kışın yollarda sel olduğunu, çevre yerleşimlerin atık sularınınsa yamaçlardan aktığını söylediler. Yangın riski açısından alanda kuru otların etkisiyle yanmaya müsait bir ortam bulunmaktaydı. Yer yer anız yakıldığı da dikkatimizi çekti.

Bitki çeşitliliği açısından oldukça zengin olan bu etapta iğde, kestane, kavak, söğüt, elma ve ceviz ağaçlarıyla karşılaştık. Asmalar, vadi tabanı boyunca yol kenarında domatesler, sazlıklar, kuşburnu, cola bitkileri de gözümüze çarpan diğer bitkilerdi. Ankara ortalamasına kıyasla sıcaklığın düşük olduğu vadinin bakısına göre yamaçlarda farklı mikro iklimler hâkimdi. Farklı türde kuşlar, tavuklar, köpek ve kediler yürüyüşümüzde karşılaştığımız hayvanlar arasındaydı.
Bu etapta yerleşik insanlar çoğunlukla emekli aileler, kadın ve çocuklardı. Dönüşüm projeleriyle yerlerini terk edenlerin sağlıksız ve kötü koşullarda yaşadığını öğrendik. Vadi’de yerleşik diğer bir grup ise hurda ve geri dönüştürme işi yaparak geçimini sağlayan Çukurova ve Lice’den göç eden tarım işçileriydi. Vadi halkının beklentileri arasında tarım konusunda bilgi edinme, görünürlüklerini arttırma ve Vadi’nin doğal haliyle korunması ihtiyacının vurgulanması öne çıkıyordu.

Arazi özellikleri (manzara, kirlilik, özel yerler, tarih, özel mekan ihtiyacı, ortak alanlar) bakımından Barınma Hakkı Bürosu’nun ortak bir sosyal mekan olarak sıklıkla kullanıldığını gördük. Moloz, çöp yığınları ve lağım suyu kirlilik unsurları arasında yer alıyordu. Vadi’nin tarihte vişne ve bağlık alanlarla kaplı olduğunu öğrenmek yeni haliyle kıyaslayınca bizleri epey şaşırttı.
Arazide yer alan binalar briketten gecekondu yapılardı ve yıkılmış binalar çok fazlaydı. Bu açıdan, yeniden değerlendirilebilecek oldukça bol malzeme bulunduğunu gözlemledik. Vadide atık toplayıcı kamyonlar, araba ve bisikletler karşımıza çıkan araçlar arasındaydı. Ortam gürültüden uzak ve sakindi. Çöpler düzenli olarak toplanmakla birlikte yer yer moloz ve hurda yığınları gözümüze çarptı. Lağım ve yanan çöplerin kokusu da yer yer hissedilmekteydi.

Vadinin bu etabına, ana caddelerden yamaçlara uzanan dik merdivenlerle yaya erişimi sağlanabiliyordu. Daha önce var olan otobüs durağının kaldırılmış olduğunu öğrendik. Araç erişimi ise Oran bölgesi tarafından tek yönlü olarak mevcuttu. Elektrik, su, kanalizasyon ve telefon hizmetinin sağlandığı bölgede pis su altyapısı sorun oluşturuyordu.

Arazi dışı bilgileri gözlemlediğimizde bölgedeki market ruhsatlarının iptal edilmiş, halk ekmeğin kapatılmış olduğunu öğrendik. Okullar çevre mahallelerde mevcuttu. Sonradan yerleşen nüfusun geçim aracı olan geri dönüşüm için ayrıştırılan çöp yığınlarının vadide biriktiriliyor olması da dikkati çeken bir yöndü.
Gerçekleştirilen bu gözlemler ve atölyenin ikinci günü vadi halkı ile birlikte yapılan değerlendirmeler sonrasında yapılabilecekler üzerine kafa yorduk ve aşağıdaki sonuçlara ulaştık... 


DİKMEN VADİSİNDE YERİNDE DÖNÜŞÜM İÇİN YAPILABİLECEKLER
Vadi nüfusunu artırmadan, vadinin Ankara’nın doğası ve özellikle temiz havası için katkılarını göz önünde bulundurarak, vadide kendine yeterli yerleşim modeli yaratılabileceğini gördük. 


 Resim 4 Arazide uygun bir teraslama ile tarım için uygun, kontrollü doğal sulama sağlamak olanaklı.



 
Resim 5 Yükseltilmiş yataklar ile tarım çok daha kolay.



·         GIDA VE ARAZİNİN DÜZENLENMESİ
o  TOPLUM DESTEKLİ TARIM: Vadide mevcut yapı yoğunlaşmasını artırmadan toplum destekli tarım yapmaya uygun arazi var. (Resim 2)
o    YAMAÇLARDA BOSTANLAR: Yamaçlar, tarım için aslında çok uygun. Resim 3.
o    TERASLAMA İLE YAPILACAKLER: Resim 4 ve 5

·         SU: Resim 6 - 8
o    YAĞMUR HENDEKLERİ – SUYUN YAVAŞLATILMASI - GÖLETLER
o    MİKRO-HİDRO ELEKTRİK ÜRETİMİ (DEĞİRMEN)
o    BİOLOJİK ARITMA
 
Resim 6 Tamera ekoköyünde gölet. (Fotoğraf: Evren Yılmaz Tekin). Sadece yağmur suyunun toplanmasıyla elde edilmiş bu göletten önce burada su birikimi yoktu.

Resim 7 Teraslamada organik madde birikiminden yararlanmak, aynı zamanda suyu akış hızını yavaşlatmak olanaklı.


Resim 8 Findhorn Ekoköyü biolojik arıtma sistemi (Fotoğraf: Z. Ebru Aksoy). Tamamen pasif olan sistemde siyah su arıtılarak sulama suyu elde ediliyor.

·         ENERJİ  (ISINMA VE ELEKTRİK İÇİN)
o    BİOYAKIT – ENERJİ ORMANI
o    MİKRO-HİDRO ELEKTRİK ÜRETİMİ
o    VERİMLİ SOBALAR

·         KENT VE KENTLİYLE BAĞLANTI Resim 9 -10
o    TOPLUM DESTEKLİ TARIM VE TARIM ÜRÜNLERİ
o    BARINMA HAKKI DAYANIŞMASINI GÖRÜNÜR KILMAK, KENTLİYLE PAYLAŞMAK
o    BİRLİKTE ÜRETMEK VE ÖĞRENMEK: Erişte, sirke, turşu, matematik, resim, koro….

 Resim 9 Fotoğraf: Hasan İslam.

Resim 10 Fotoğraf: Hasan İslam


·         SOSYO - EKONOMİK İLİŞKİLER:
o    VADİDE ÇALIŞMA VE ÖĞRENME OLANAKLARI
o    VADİDE YENİ İŞ OLANAKLARI – SATIŞ YERLERİ
o    EĞİTİM MERKEZİ
o    ORTAK PİŞİRME / YEME ALANININ İYİLEŞTİRİLMESİ – GENİŞLETİLMESİ
o    İŞLERİN ORTAKLAŞA YAPILMASI – İMECE
o    KAMUSAL ALANLARIN GELİŞTİRİLMESİ: AMFİ TİYATRONUN TAMAMLANMASI


SONUÇ OLARAK;
Dikmen vadisi 4-5. etaplarda, mevcut doğal özellikleri koruyarak, yapı yoğunluğunu artırmadan, yapay peyzaj ve yüksek katlı bloklar yerleştirmeden, kent merkezine çok yakın bir alanda kendine yeterli yerleşim modeli yaratmanın mümkün olduğunu gördük. Üstelik bu dönüşüm, Ankara’nın doğa – insan dengesini kalıcı olarak koruyan, gerçek anlamda yaşanabilir bir kent olması yönünde çok değerli bir ilk adım olabilir. Dikmen vadisi, aynı zamanda toplumsal bilincin ve dayanışmanın desteklenmesi ve olgunlaştırılmasına da örnek olabilir.

Dönüşümün yaşam yönünde olması umuduyla…

Ekoköyler - kitap tanıtımı üzerinden bir paylaşım..

Bu yazı Mimarlar Odası Ankara Şubesi süreli yayını Bülten dergisinin 89. sayısında (Mayıs 2011, s.86-89) yayınlandı. http://www.mimarlarodasiankara.org/dosya/bulten-89.pdf
Yazı Permakültür Platformunda da bulunabilir. http://permakulturplatformu.org/?p=2569
Yazıda tanıtımı yapılan kitap, "Ekoköyler" Sinek Sekiz Yayınevi tarafından Haziran 2012'de Türkçe olarak yayınlandı. http://sineksekiz.com/

-------------------------------------------------


DÜNYANIN BAĞIŞIKLIK SİSTEMİ [i]
EKOKÖYLER
Z. Ebru Aksoy
 1750 yılında bir milyon olduğu söylenen dünya nüfusunun 2011 Ekim ayında 7 milyara ulaşacağı hesaplanıyor. Bu süreçte gıda – nüfus dengesi bozularak sürdürülemez hale geldi. Yaklaşık 1 milyar insan obez, 1 milyar insan da yetersiz beslenme sınırında.
1750 – 2000 yılları arasındaki 250 yıllık süreçte, dünyanın tüm tarihi boyunca oluşmuş fosil yakıtların %50’sini tükettiğimiz hesaplanıyor. Kaynaklar hızla tükeniyor.
Suya erişim giderek büyüyen bir sorun halini aldı. 1 km lik bir yarı çap içinde temiz suya erişimi bulunmayan milyonlarca insan yaşıyor.. Buna rağmen, mevcut temiz su döngülerini alt üst etmeye, kirletmeye ve kaybetmeye devam ediyoruz.
İklim değişikliği artık yerkürenin her noktasında kendini gösteriyor. İklim giderek tahmin edilemez hale geliyor. Adeta iklim kaosuna doğru gidiyoruz.
Küresel eşitsizlik artmaya devam ediyor. Gelişmiş ülkeler, kapitalizm çarkının kendi ülkelerinde yarattığı sorunları gelişmemiş ülkelere ihraç etmeye devam ediyorlar.
Çeşitlilik her anlamda yok oluyor. Biyolojik, kültürel ve sosyal çeşitliliğe sahip evrimin ileri aşamalarındaki, esnek, dirençli, zengin sistemler sürekli baltalanıyor. Yerlerini tek kültürlü ve bu tek kültürlülük nedeniyle dış etkilere, hastalıklara, darbelere daha dayanıksız sistemlere bırakıyor. Endüstriyel tarlalarda (çim parklarda ve golf sahalarında), izole edilmiş bitki ve hayvan topluluklarında olduğu kadar insan topluluklarında da.. Genetiği ile oynanmış, tek türlü endüstriyel tarım alanları ile sosyal dokusu “gelişim / dönüşüm” adına bilinçli olarak tahrip edilmiş tek kültürlü kentlerimiz, kırılganlık, krize yatkınlık, yetersiz beslenme, kaynakların sisteme geri dönüşü olmadan tüketimi gibi pek çok açıdan aynı ölçüde sürdürülemez yaşam ortamları sunuyorlar.. 
Doğadan kopuş / doğaya yabancılaşma farkında olmadan hepimizi etkiliyor, başkalaştırıyor. Kentli nüfusunun tarihte ilk defa kırsal nüfusu geçtiği günümüzde, kentlilerin ancak %50’sinin doğaya erişiminin olduğu aktarılıyor. Başka bir insan oluşuyor.
Sosyal birliktelik / bağlantı giderek zayıflıyor. Bireyler ve topluluklar arasındaki güven, dostluk, sevgi duyguları çürüyor, insanları yalnızlığa itiyor.
Bu sistemin yürümediğini görmek için artık kılavuza ihtiyaç yok.. Artık sadece elmayı değil, elma ağacının kendisini yiyoruz..


Ne yapabileceğimizi, nereden başlayabileceğimizi düşünürken dünyada çok çeşitli ölçek ve modellerde oluşan, oluşmakta olan ekoköyler bize ışık tutuyor. Merkezi yönetim modellerinin ve varlığını sürdürmek için sürekli “büyümek” zorunda olan mevcut parasal sistemin baskın sesinin yanında ekoköyleri farketmek, önemlerini anlamak için biraz ilgi, biraz özene ihtiyaç var.. Ekoköyler, merak edene hemen kendilerini gösteren, merkezi değil yerel, karmaşık değil basit, makro değil mikro yaşam biçimlerini, çözüm denemelerini ve başarılarını keşfetmemizi, denememizi, desteklememizi bekliyor.. 
 Küresel Ekoköy Ağı’na (GEN) kayıtlı ekoköyler..       Kaynak: http://gen.ecovillage.org/


EKOKÖYLER - Sürdürülebilir bir Dünya için Yeni Ufuklar
Jonathan Dawson’ın yazdığı, Schumacher Topluluğu’nun Schumacher Brifingleri Serisinin 12. Kitabı olarak 2006’da Green Books tarafından yayınlanan “EKOKÖYLER - Sürdürülebilir bir Dünya için Yeni Ufuklar[ii],  dünya çapında farklı coğrafyalardaki çok çeşitli ekoköylerin arayışlarına kısa ama bütünsel, kolay anlaşılabilir ve  ilham verici bir bakış sunuyor. 90 sayfalık kitaba pek çok bilgi, büyük bir durulukla yerleştirilmiş.

EKOKÖY...   ?..
Bir ekoköy, insan ölçeğinde, insan etkinliklerinin doğal dünyaya zarar vermeden entegre edildiği, her türlü donanıma sahip, sağlıklı insan varlığının gelişimini destekleyen ve sonsuza dek devam ettirilebilecek bir yerleşimdir.
Belki tarih öncesi dönemlere kadar uzanan, ancak 35 yıl önce terim olarak kullanılan modern ekoköylere dair Robert ve Diane Gilman tarafından 1990’da Gaia Trust için yapılan “Sürdürülebilir Topluluklar Alanında En İyi Uygulamalar” araştırmasının ertesi yıl yayınlanan raporundan alınan bu tanım, oldukça yaygın olarak kullanılıyor. 1960’larda başlayan ekoköy hareketi, özellikle son 15 yıl içinde giderek artan çeşitlilikte, çok farklı coğrafyalarda, kültürlerde ve çok çeşitli ölçeklerde kendini gösteriyor. Kendini ekoköy olarak tanımlayan, belli bir amaç ve kararlılık ile ortak değerler çevresinde bir araya gelmiş, Küresel Ekoköy Ağı (GEN; Global Ecovillage Network) üzerinden bilgi, deneyim ve birikimlerini paylaşan toplulukların / grupların[iii] sayısı giderek artıyor. ( Resim 1).
Dawson Ekoköyler başlıkı kitabın 1. bölümünde ekoköy hareketini, tarihsel gelişimi içerisinde ele aldıktan sonra 2. bölümde beş ekoköyü detaylı olarak inceliyor. Hindistan’da Auroville, Senegal’de Mbam ve Faoune, Avrupa’da Sieben Linden, Amerika Birleşik Devletleri’nde Ithaca ve Brezilya’da Ecoovila ekoköylerini  oluşturan ve bir arada tutan koşulları ve farklı dinamikleri, bu ekoköylerin oluşturdukları yerel, sürdürülebilir, pek çok açıdan özerk, doğayla (ve tabii insan doğasıyla da) uyumlu modelleriyle bulundukları bölgeleri nasıl dönüştürdüklerini anlatıyor.
Bu incelemenin dünyadaki ekoköylere ilişkin en önemli bulgusu/saptaması muhteşem bir çeşitlilik. Kuzey yarımküredeki gelişmiş ülkelerde, endüstriyel toplumun yarattığı çöküntü şartlarına ve kapitalizmin insanı özünden, doğadan, birbirinden ayıran dayatmasına karşı alternatif arayışlarıyla bir araya gelen, çoğu eğitimli orta sınıf bireylerden oluşan gruplar görülürken, az gelişmiş güney ülkelerinde yerel şartların zorlamasıyla doğrudan yaşamını (bulunduğu yerde) sürdürebilmek ve sömürülen kaynaklarına sahip çıkmak için direnen, çoğu geleneksel kültürel değerlerine sığınarak var olmayı başaran gruplar öne çıkıyor. Bu çeşitlilik, ekoköyün nasıl tanımlanabileceği kaygısını (tanımlama ihtiyacı varsa)  beraberinde getirse de, aslında Dawson’ın perspektifinden bakıldığı zaman, bazı temel ortak noktalar kolaylıkla seçilebiliyor.  
Dawson’a göre ekoköy tanımına bakacak olursak, ortak özellikler olarak şunları görüyoruz:
EKOKÖYLERİN ORTAK ÖZELLİKLERİ
 
Dawson, bu bağlamda, ekoköyleri, birlikte yaşam (cohousing) projeleri ve yatırımcı öncülüğünde ekolojik yerleşim kavramlarıyla ilişkisi bakımından da konumlandırıyor. Yatırımcı öncülüğünde gerçekleştirilen ekolojik yerleşimler, adının ifade ettiği gibi aslında bilinen konut düzenlemelerinden çok farklı değil; yatırımcı tarafından sonuçta kâr amacı ile yapılmış, yerleşimin olası sakinlerinin süreçle ve birbirleriyle ilgili herhangi bir kararda herhangi bir etkisinin olmadığı yerleşimler. Burada sadece yatırımcının çevreye en az zararı verme kaygısı bulunuyor. Yerleşimde yaşayanların yerleşimin rutin işlerine yönelik herhangi bir katkısı ya da sorumluluğu yok. Güney Londra’da BedZED – Beddington Sıfır Enerji Gelişimi, bu modele çok iyi bir örnek.
Birlikte yaşam modelinde de merkezde yine bir proje geliştirme rolü var; yerleşim genel olarak bir defada planlanıp uygulanıyor. Ancak, yerleşimde yaşayacakların tasarım sürecine doğrudan etkileri var; buradaki grup tasarım aşamasından itibaren bir arada çalışan bir grup. Sürecin başından sonuna birlikte ele alınması da, sosyal boyutun yatırımcı girişimi olan modeldekine oranla daha fazla önem kazanmasını sağlıyor. Bu yerleşimlerde hemen her zaman yemeklerin paylaşıldığı ve etkinliklerin düzenlendiği bir sosyal bina ve çamaşırhane gibi ortak alanlar var. Bireylerin ya da ailelelerin yaşam alanları ayrı olduğu için topluluğa entegrasyon düzeyi de bireylerin tercihleri ile belirleniyor. Ortak işlerin yürütülmesi için yaşayanlar tam sorumluluk alıyor ve görevleri paylaşıyorlar. Kararlar ise mutabakat ile alınıyor.
Ekoköyler ise sosyal boyutu bir aşama daha ileri götürüyorlar. Ekoköyler arasında çok büyük çeşitlilik olsa da, genel anlamda bir çerçeveden söz edilebilir. Ekoköyler sadece yerleşimlerini tasarlamakla yetinmez, kendi yapılarını da yaparlar. Yerleşimlerini merkezi bir plan ve zamanlamaya bağlı olmaksızın ama yine de grup uyumu ile inşa ederler. Bu nedenle ekoköy oluşumları içerisinden yapı pratiği oldukça gelişmiş organizasyonlar kolaylıkla doğar. Sosyal açından daha sıkı bir bağ vardır bireyler arasında. Bireysel alan birlikte yaşam modeline göre daha azdır ve daha çok sayıda insan yarı ya da tam zamanlı olarak ekoköyde çalışır. Ekoköyler, bir amaç doğrultusunda bir araya gelmiş bireylerden oluşmaları nedeniyle özellikle diğer yerleşimlerden farklıdırlar. Ekolojik restorasyon, topluluğun güçlendirilmesi, yerel ekonomiyi geliştirmek ya da benzeri daha büyük bir amaca hizmet etme duygusu ön plandadır.

3. bölüm, ekoköylerin başarı elde ettikleri alanları örneklerle ele alıyor. Çağımızın pek çok problemine alternatif yanıtlar işte burada:
·         Düşük etkili yerleşimlerin tasarımı;
·         Sürdürülebilir Yerel Ekonomilere Destek;
·         Organik, yerel gıda üretim ve işlemesi
·         Ekolojik restorasyon
·         Katılımcı, topluluk ölçekli yönetim
·         Sosyal katılım / çeşitlilik (inclusion)
·         Barış eylemciliği ve uluslararası dayanışma
·         Bütünsel, çok boyutlu eğitim
Bu alanlardaki başarılar, Tinkers’ Bubble, Somerset, İngiltere, Brithdir Mawr – Wales, İngiltere, Damanhur – İtalya, Sólheimer – İzlanda, Lebensgarten – Almanya, Crystal Waters – Avustralya, Findhorn Vakfı – İskoçya, Sieben Linden, The Ladakh Project, Twin Oaks – Virginia, ABD,  Kommune Niderekaufungen – Almanya, Norveç’te Camphill toplulukları, Svanholm – Danimarka, Earthaven – Kuzey Carolina, ABD, Trees For Life – İskoçya, Gaviotas – Kolombiya, The Farm – Tennesse – ABD, ZEGG – Almanya, Huehuecoyotl – Meksika, Kitezh – Rusya, Tamera – Portekiz, Sarvodaya – Sri Lanka, CAT (Center for Alternative Technology) – İngiltere, ekoköyleri üzerinden inceleniyor
JONATHAN DAWSON Sürdürülebilirlik konusunda eğitimci ve aktivist. 20 yıla yakın bir süre, Afrika ve Güney Asya’da, ağırlıklı olarak küçük işletme ve topluluk ekonomilerinin geliştirilmesi konularında araştırmacı, yazar, proje yöneticisi ve danışman olarak çalıştı. Bir süre Findhorn Ekoköyü’nde eğitimci, yazar ve araştırmacı olarak çalışmalarını sürdüren Dawson, Temmuz 2011′den itibaren, sürdürülebilirlik ve alternatif yaşam modelleri konusunda öncü eğitim kurumu Schumacher College’da Ekonomi Bölümü Eş Başkanı’dır..
  
4. bölüm ekoköylerin içsel ve dışsal olarak temel güçlüklerine, 5. bölüm ise gelecekteki müthiş olasılıklara ve fırsatlara ışık tutuyor. Ekoköylerden öğrenebileceğimiz, onlar aracılığıyla deneyebileceğimiz yeni ufuklar, aslında tam da içinde bulunduğumuz sorunlara birer yanıt sanki.



İçinde bulunduğumuz küresel kriz ortamında, sorunların büyüklüğü karşısında çıkış yolu ararken ekoköy deneyiminden özümseyebileceğimiz ve buna ekleyebileceğimiz çok şey var gibi duruyor.  Geleneksel ve özgün kültürlerin en iyi yönlerinden öğrenmek, alternatif ekonomi modelleri denemek, doğa ile tasarlamak, organik, yerel kaynaklı gıda üretimi ve işlemesini geliştirmek, küçük ölçekli katılımcı odaklı yönetim, çatışma yönetimi, sosyal birliktelik ve kuşaklararası aktif / katılımcı topluluk modelleri yaratmak, barış kültürü ve bireylerin bütünsel eğitimini beslemek büyük ölçekte çok zor ve büyük görünen hedefler olabilirler. Bu zorluk bizi yıldırarak pasifliğe, çaresizliğe, içinde bulunduğumuz, bulunacağımız şartları gözardı etmeye itebilir.
Ya da ekoköylerin ışığında küçük, gerçekleştirilebilir ölçeklerde kendi yerel deneyimlerimize girişebiliriz. Belki bu süreçte en önemlisi bu deneyimlerimizi paylaşmak, paylaşanlardan haberdar olmak ve desteklemek. Belki, son 250 yıldır karşılaştığı onca güçlüğün sonucunda  yerkürenin geliştirdiği bağışlık sistemi bizleriz. Oluşmakta olan yeni dünya merkezsiz, yerel, küçük ama çok yerde tekrar eden ve birbirini destekleyen, dipten gelen bir hareketten doğacak belki. Bildiğimiz anlamda planlama ve makro çözümleme, akıl yürütme biçimlerine uymayan, atılan her minik adımdan sonra ortamın tekrar tanımlanacağı gerçekten yeni bir dünya olacak belki. Aynı doğanın kendisi gibi [iv].

Krizin boyutlarının yarattığı düğümlenme, çözülmeye itecek mi?..  

Paul Klee; Bauhaus Ders Notları ve Yazılar, Çev. U.E. Özdil, Hayalbaz, İstanbul, Ekim 2010, sayfa 165
KAYNAKLAR
·         Dawson, Jonathan; Ecovillages, New Frontiers for Sustainability, The Schumacher Society için Green Books tarafından yayınlandı, Totnes / Bristol, İngiltere, 2006.
·         Meltzer, Graham; Sustainable Community, Learning From Cohousing Model, Trafford, Canada, 2005.
·         www.schumacher.org.uk/?q=node/24   (20.04.2011)
·         http://gen.ecovillage.org/  (20.04.2011)
·         http://www.gaia.org/gaia/  (20.04.2011)

ÖNERİLER (Tümü 20.04.2011)
·            İskoçya’da bir ekoköy http://www.ecovillagefindhorn.org/
·            Eğitim http://www.gaiaeducation.org/
·            Eğitim http://www.livingroutes.org/
·            Türkçe yayınlar için Sinek Sekiz Yayınevi http://sineksekiz.wordpress.com/
·            http://permakulturplatformu.org/



[i] “Dünyanın Bağışıklık Sistemi”: Jonathan Dawson’un derslerinde ekoköyler için kullandığı bir benzetmedir.

[ii] Kitabın adının tam sözcük çevirisi aslında şöyle: “Ekoköyler – Sürdürülebilirlik için Yeni Ufuklar”. Ancak Türkçe düşünce dünyasında ve konuya yeni ilgi duyanlar arasında, sürdürülebilirlik kavramı ile “sürdürülebilir büyüme” değil, “sürdürülebilir yaşam” kastedildiğinin vurgulanmasını, her yeni tartışmada yeniden tanımlanarak, kavramın bu şekilde yerleştirilmesini, derinlik kazanmasını önemli görüyorum. Kitabın isminin çevirisindeki tercihimin nedenini budur. 

[iii]Community” kavramı Türkçe’de topluluk olarak kullanılıyor. Ancak bu bağlamdaki anlamını; “bilinçli olarak bir araya gelmiş, aralarında belli bir sosyal bağ / doku oluşmuş”  vurgusunu, biraz daha belirginleştirmek, kullanarak zenginleştirmek, tartışmak iyi olabilir. Bu tartışmalara yol açması ve düşünceyi tetiklemesi için zaman zaman “grup” sözcüğünü kullanmayı tercih ettim.

[iv] Görüş, katkı ve eleştirileriniz için lütfen bana yazın; z.ebru.aksoy@gmail.com