TARIMI
SÜRDÜRÜLEMEZE SÜRÜKLEMEK
Sevinç Ateş
Tarım sektörünün sorunsallarından konuşmaya başlayıp,
sistemin insan ve çevre sağlığı açısından tehlikeler arz ettiğini, değişmesi,
organik tarım, biyo-dinamik tarım gibi sürdürülebilir sistemlere geçilmesi
gerektiğini söylediğimiz andan itibaren, bu sistemlerin insanları
doyuramayacağı ve ekonomik yönden uygulanamaz olduğunu söyleyen çığırtkanların
sayısı hayli fazladır. Bu sebeple tarım sektörünün icraatçılarının önemli bir
kısmının uygulanabilir buldukları mevcutta da uygulanan sistemin bir
değerlendirmesidir bu yazı.
Türkiye’nin tarım alanlarına genel olarak bakıldığında
dünyanın en önemli tarım potansiyellerinden birisine sahip olduğu açıkça
görülmektedir. Ürün çeşitliliği oldukça fazla ve bölgesel bazlarda farklı ürün
gruplarında yüksek verimler alabilmek mümkündür. Aynı zamanda tarımsal
faaliyetlerin yüksek olduğu bölgelerin büyük kısmı da sulanabilmektedir.
Tarımsal
veriler incelendiğinde bölge yüzölçümüne göre ekili dikili alanların oranları :
1.
Marmara Bölgesi : %30
2.
İç Anadolu Bölgesi : %27
3.
Ege Bölgesi : %24
4.
G.Doğu Anadolu Bölgesi : %20
5.
Akdeniz Bölgesi : %18
6.
Karadeniz Bölgesi : %16
7.
Doğu Anadolu Bölgesi : %10
olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu verileri
yorumladığımızda her ne kadar İç Anadolu, Karadeniz ve G.Doğu Anadolu
Bölgelerinde tarımsal faaliyetler yüksek gibi görünse de bitkisel üretim
açısından üretimin önemli bir kısmının Ege, Akdeniz ve Marmara Bölgeleri’nden
karşılandığını söylemek yanlış olmaz. Çünkü Karadeniz Bölgesi’nde ağırlıklı
olarak bağlık, bahçelik ve ormanlık alanlar, iç kesimlerde de tarım alanları ve
otlaklıklar bulunurken, Ege, Akdeniz ve Marmara’da endüstriyel bitki alanları
ve tarım arazileri ekili dikili alanlar olarak karşımıza çıkmaktadır.
İnsan beslenmesinin önemli bir kısmını oluşturan sebze,
meyve ve tahıllar gibi ürünlerde genellikle bu kıyı kesimlerinde üretilmektedir.
Bu bölgeleri önemli kılan husus üretimin büyük bir kısmını karşılaması değil
bitkisel üretimin icraat şeklidir.
Ege, Akdeniz ve
Marmara Bölgelerindeki tarımsal faaliyetler incelendiğinde bu bölgelerde mekanizasyonun
ileri düzeyde uygulanmakta ve tarım kimyasallarının gereğinden fazla ve
yoğun bir biçimde kullanılmakta olduğunu söyleyebiliriz. Esasen istatistiki veriler
bize ülkemizdeki tarım ilacı kullanma oranının gelişmiş ülkelere göre çok düşük
olduğunu söylemekte. Ülkemizde hektar başına 0.5 kg. zirai ilaç kullanılırken,
Fransa ve Almanya'da 4.4 kg., İtalya'da 7.6 kg., Hollanda'da 17.5 kg. kullanılmaktadır.
Bu veriler hesaplanırken otlaklar, fundalıklar ve benzeri ürün alınmayan
alanlar da ekili dikili alan olarak değerlendirmeye alındığı için, ülkemizde
hektar başına kullanılan tarım ilaçları miktarının düşük görünmesi doğal. Fakat
yapılan araştırmalara göre Adana, Mersin, Antalya ve İzmir illerinin tarımsal
faaliyetlerde kullandığı tarım ilaçları oranı tüm ülke geneline oranla %65
olarak verilmekte. Bu rakamlar bize
tehlikenin artık sinyal verdiğini değil çanlarının çaldığını göstermektedir.
Sadece 4 ilde tüm ülkede kullanılan tarım kimyasallarının yarıdan fazlası kullanılmakta,
yani bu iller dünyadaki en yoğun tarım ilacı kullanan iller arasından listenin
en üstlerinde yerlerini almış. Peki bu kimyasallar hangi ürünlerde kullanıyor?
Şeftaliden buğdaya, maruldan pirince kadar yani neredeyse gündelik hayatta
tükettiğimiz besin kaynaklarımızın tamamında. Ülkenin en önemli tarımsal üretim
merkezlerinin kimyasal kullanma oranlarının bu kadar yüksek seviyeye çıktığını
görüyorsak tarımsal sürdürülebilirlikten nasıl bahsedebiliriz! Evet ülkemizde
nüfusun önemli bir kısmının geçimini sağladığı tarım sektörü ne yazık ki artık
sürdürülebilirliğini kaybetmiştir. Aynı zamanda sektörün kullandığı
konvansiyonel üretim biçimi çevresel ve ekonomik problemleri de her geçen gün
daha fazla körüklemektedir.
Sorunun esas temelleri şu cümlelerle özetlenebilir
aslında;
Tarımsal üretim yaparken karşılaşılan en küçük
sorunlarda direk olarak ilaçlama yöntemine başvurulmakta. Örneğin tarlasında
normalden fazla sayıda kuş gören çiftçi; kesin tarlamda fazla böcek var ve bu
kuşlar bu yüzden buradalar mantığı ile hareket ederek böcek ilaçlaması
yapabilmekte.
Zirai mücadele ilaçları ve gübreler genellikle takvime
göre ve gereğinden fazla kullanılmakta. Ne demek takvime göre uygulama? Teknik
talimatnameye göre, tarımsal ilaçlama herhangi bir hastalık veya zararlı etmeni
üretim alanında görüldükten ve zarar eşikleri hesaplandıktan sonra
uygulanabilmektedir. Oysa takvime göre yapılan ilaçlamada sayım yaparak zarar
eşiği hesaplamak bir tarafa henüz ekim dikim yapılmadan ilaçlama ve gübreleme
programı hazırlanmakta ve ona göre uygulanmakta. Yani domates yetiştiren bir
çiftçi, nasıl olsa mantar hastalığı çıkar ben haftada bir ilacımı atayım
diyerek daha fidesini toprağa diker dikmez ilaçlamaya başlamaktadır. Gübreleme
içinde bu durum pek farklı değil. Toprağın durumu genellikle önceden
bilinmemekte, gübreleme toprağın durumuna göre planlanmamaktadır. Örneğin,
buğday yetiştiriciliğinde yılın şu ayında şu kadar kg şu gübreden
kullanılmalıdır şeklinde ifadelerin yer aldığı her bitki için ayrı ayrı
hazırlanan cetveller bulunmakta ve üreticilerin birçoğu üretimini bu şekilde
gerçekleştirmektedir. Farklı bir bakış açısıyla; nasıl olsa yazın böbrek
enfeksiyonu kışın üst solunum yolları enfeksiyonu geçireceğim, ben hasta
olmadan antibiyotik ilaçlarımı peşin peşin alayım mantığından çok da farklı
değil aslında tarımsal üretim sistemindeki bu durum.
Bir diğer sorun ise ürün çeşitliliğinin azalması.
Aslında bu sorunun diğer sorunlara zemin hazırladığını söylemekte doğru olur.
Çünkü bir bölgedeki ürün çeşitliliği ne kadar az ise o bölgede tarımsal
zararlıların epidemi yapma olasılığı o kadar yüksektir. Buda demek oluyor ki
ürün çeşitliliğinin az olduğu yerlerde daha fazla tarım ilacı kullanılır. Ürün
çeşitliliğinin azalmasının sadece tarım ilacı kullanımını arttırdığını söylemek
elbette dar bir bakış açısı olacaktır. Her şeyden önemlisi ürün çeşitliliğinin
az olduğu, her yıl aynı yerde aynı ürünün yetiştirilmesi olarak da tabir edilen
monokültür tarım sistemi ekolojik dengeyi alt üst ediyor demekle abartılı bir
tabirde bulunmuş sayılmayız.
Bu
cümle şu örneklerle daha geniş anlamda tanımlanabilir.
GAP bölgesinde sulama imkanının sağlandığı tarihten
itibaren ağırlıklı olarak pamuk ve mısır üretimi yapılmaktadır. Tarlasına her
yıl pamuk ve mısır eken bir çiftçi doğal olarak her yıl aynı gübre ve tarım
ilaçlarını kullanmaktadır. Pamuk yetiştiriciliği esnasında tarlasındaki böcekler
için uyguladığı ilaçlar sadece o böcekleri öldürmekle kalmaz, farklı türleri de
öldürebilir veya değişen oranlarda zarar verebilir. Çünkü tarım ilaçlarının
etki alanları genellikle geniştir. Bunun yanı sıra yapılan araştırmalar tarım
sisteminde kullanılan ilaçların ancak % 1-2 kadarının hedef türler üzerine
ulaştırılabildiğini bildirmektedir. Daha acı bir tablo ise aşağıda verilmiştir.
Tabloda bazı tarım ilaçlarının yararlanma yüzdeleri bulunmaktadır. Bu tabloya
göre bir böceği öldürmek 0.03 mikrogram, bir milyon böcek içinse 30 mg kimyasalın
gerekli olduğu görülmektedir. Oysa arazide bunun tam 3000 katı kullanılmaktadır!
Kullanılan 3000 kat fazla kimyasal doğadan
kendiliğinden masumca kaybolmamakta elbette. Soluduğumuz havaya, içtiğimiz
sulara karışmakta, doğrudan ve dolaylı olarak hem bizlerin sağlığını hem de
doğal yaşamı tehdit etmektedir. Ürünlerin yetiştirilmesi esnasında kullanılan
kimyasalların fazlaları ürünün içeriğine geçerek bu ürünleri tüketen insanların
ve hayvanların bünyelerinde birikmekte ve çeşitli hastalıklara sebep
olmaktadır.
Örneğin zehirlenerek öldürülen fareleri tüketen
yılanlarında ölmesi sebebiyle yılan tür sayılarında azalma olduğu
bildirilmektedir.
Bizler yaşadığımız sürece sürdürülebilir sistemlere
ihtiyaç duyacağız, bunu elde edebilmenin yollarından birisi ise tarımı
sürdürülebilir kılmaktır. Bu yüzden sahip olduğumuz doğayı kaybetmeden, sistemi
değiştirmek ve sağlıklı, güvenilir hale dönüştürmek zorundayız.