2012/06/28

Tarımı Sürdürülemeze Sürüklemek


TARIMI SÜRDÜRÜLEMEZE SÜRÜKLEMEK
Sevinç Ateş
Tarım sektörünün sorunsallarından konuşmaya başlayıp, sistemin insan ve çevre sağlığı açısından tehlikeler arz ettiğini, değişmesi, organik tarım, biyo-dinamik tarım gibi sürdürülebilir sistemlere geçilmesi gerektiğini söylediğimiz andan itibaren, bu sistemlerin insanları doyuramayacağı ve ekonomik yönden uygulanamaz olduğunu söyleyen çığırtkanların sayısı hayli fazladır. Bu sebeple tarım sektörünün icraatçılarının önemli bir kısmının uygulanabilir buldukları mevcutta da uygulanan sistemin bir değerlendirmesidir bu yazı.
Türkiye’nin tarım alanlarına genel olarak bakıldığında dünyanın en önemli tarım potansiyellerinden birisine sahip olduğu açıkça görülmektedir. Ürün çeşitliliği oldukça fazla ve bölgesel bazlarda farklı ürün gruplarında yüksek verimler alabilmek mümkündür. Aynı zamanda tarımsal faaliyetlerin yüksek olduğu bölgelerin büyük kısmı da sulanabilmektedir.
Tarımsal veriler incelendiğinde bölge yüzölçümüne göre ekili dikili alanların oranları :
1. Marmara Bölgesi : %30
2. İç Anadolu Bölgesi : %27
3. Ege Bölgesi : %24
4. G.Doğu Anadolu Bölgesi : %20
5. Akdeniz Bölgesi : %18
6. Karadeniz Bölgesi : %16
7. Doğu Anadolu Bölgesi : %10
olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu verileri yorumladığımızda her ne kadar İç Anadolu, Karadeniz ve G.Doğu Anadolu Bölgelerinde tarımsal faaliyetler yüksek gibi görünse de bitkisel üretim açısından üretimin önemli bir kısmının Ege, Akdeniz ve Marmara Bölgeleri’nden karşılandığını söylemek yanlış olmaz. Çünkü Karadeniz Bölgesi’nde ağırlıklı olarak bağlık, bahçelik ve ormanlık alanlar, iç kesimlerde de tarım alanları ve otlaklıklar bulunurken, Ege, Akdeniz ve Marmara’da endüstriyel bitki alanları ve tarım arazileri ekili dikili alanlar olarak karşımıza çıkmaktadır.
İnsan beslenmesinin önemli bir kısmını oluşturan sebze, meyve ve tahıllar gibi ürünlerde genellikle bu kıyı kesimlerinde üretilmektedir. Bu bölgeleri önemli kılan husus üretimin büyük bir kısmını karşılaması değil bitkisel üretimin icraat şeklidir. 
 Ege, Akdeniz ve Marmara Bölgelerindeki tarımsal faaliyetler incelendiğinde bu bölgelerde mekanizasyonun ileri düzeyde uygulanmakta ve tarım kimyasallarının gereğinden fazla ve yoğun bir biçimde kullanılmakta olduğunu söyleyebiliriz. Esasen istatistiki veriler bize ülkemizdeki tarım ilacı kullanma oranının gelişmiş ülkelere göre çok düşük olduğunu söylemekte. Ülkemizde hektar başına 0.5 kg. zirai ilaç kullanılırken, Fransa ve Almanya'da 4.4 kg., İtalya'da 7.6 kg., Hollanda'da 17.5 kg. kullanılmaktadır. Bu veriler hesaplanırken otlaklar, fundalıklar ve benzeri ürün alınmayan alanlar da ekili dikili alan olarak değerlendirmeye alındığı için, ülkemizde hektar başına kullanılan tarım ilaçları miktarının düşük görünmesi doğal. Fakat yapılan araştırmalara göre Adana, Mersin, Antalya ve İzmir illerinin tarımsal faaliyetlerde kullandığı tarım ilaçları oranı tüm ülke geneline oranla %65 olarak verilmekte.  Bu rakamlar bize tehlikenin artık sinyal verdiğini değil çanlarının çaldığını göstermektedir. Sadece 4 ilde tüm ülkede kullanılan tarım kimyasallarının yarıdan fazlası kullanılmakta, yani bu iller dünyadaki en yoğun tarım ilacı kullanan iller arasından listenin en üstlerinde yerlerini almış. Peki bu kimyasallar hangi ürünlerde kullanıyor? Şeftaliden buğdaya, maruldan pirince kadar yani neredeyse gündelik hayatta tükettiğimiz besin kaynaklarımızın tamamında. Ülkenin en önemli tarımsal üretim merkezlerinin kimyasal kullanma oranlarının bu kadar yüksek seviyeye çıktığını görüyorsak tarımsal sürdürülebilirlikten nasıl bahsedebiliriz! Evet ülkemizde nüfusun önemli bir kısmının geçimini sağladığı tarım sektörü ne yazık ki artık sürdürülebilirliğini kaybetmiştir. Aynı zamanda sektörün kullandığı konvansiyonel üretim biçimi çevresel ve ekonomik problemleri de her geçen gün daha fazla körüklemektedir.


Sorunun esas temelleri şu cümlelerle özetlenebilir aslında;
Tarımsal üretim yaparken karşılaşılan en küçük sorunlarda direk olarak ilaçlama yöntemine başvurulmakta. Örneğin tarlasında normalden fazla sayıda kuş gören çiftçi; kesin tarlamda fazla böcek var ve bu kuşlar bu yüzden buradalar mantığı ile hareket ederek böcek ilaçlaması yapabilmekte.
Zirai mücadele ilaçları ve gübreler genellikle takvime göre ve gereğinden fazla kullanılmakta. Ne demek takvime göre uygulama? Teknik talimatnameye göre, tarımsal ilaçlama herhangi bir hastalık veya zararlı etmeni üretim alanında görüldükten ve zarar eşikleri hesaplandıktan sonra uygulanabilmektedir. Oysa takvime göre yapılan ilaçlamada sayım yaparak zarar eşiği hesaplamak bir tarafa henüz ekim dikim yapılmadan ilaçlama ve gübreleme programı hazırlanmakta ve ona göre uygulanmakta. Yani domates yetiştiren bir çiftçi, nasıl olsa mantar hastalığı çıkar ben haftada bir ilacımı atayım diyerek daha fidesini toprağa diker dikmez ilaçlamaya başlamaktadır. Gübreleme içinde bu durum pek farklı değil. Toprağın durumu genellikle önceden bilinmemekte, gübreleme toprağın durumuna göre planlanmamaktadır. Örneğin, buğday yetiştiriciliğinde yılın şu ayında şu kadar kg şu gübreden kullanılmalıdır şeklinde ifadelerin yer aldığı her bitki için ayrı ayrı hazırlanan cetveller bulunmakta ve üreticilerin birçoğu üretimini bu şekilde gerçekleştirmektedir. Farklı bir bakış açısıyla; nasıl olsa yazın böbrek enfeksiyonu kışın üst solunum yolları enfeksiyonu geçireceğim, ben hasta olmadan antibiyotik ilaçlarımı peşin peşin alayım mantığından çok da farklı değil aslında tarımsal üretim sistemindeki bu durum.
Bir diğer sorun ise ürün çeşitliliğinin azalması. Aslında bu sorunun diğer sorunlara zemin hazırladığını söylemekte doğru olur. Çünkü bir bölgedeki ürün çeşitliliği ne kadar az ise o bölgede tarımsal zararlıların epidemi yapma olasılığı o kadar yüksektir. Buda demek oluyor ki ürün çeşitliliğinin az olduğu yerlerde daha fazla tarım ilacı kullanılır. Ürün çeşitliliğinin azalmasının sadece tarım ilacı kullanımını arttırdığını söylemek elbette dar bir bakış açısı olacaktır. Her şeyden önemlisi ürün çeşitliliğinin az olduğu, her yıl aynı yerde aynı ürünün yetiştirilmesi olarak da tabir edilen monokültür tarım sistemi ekolojik dengeyi alt üst ediyor demekle abartılı bir tabirde bulunmuş sayılmayız.  


Bu cümle şu örneklerle daha geniş anlamda tanımlanabilir.
GAP bölgesinde sulama imkanının sağlandığı tarihten itibaren ağırlıklı olarak pamuk ve mısır üretimi yapılmaktadır. Tarlasına her yıl pamuk ve mısır eken bir çiftçi doğal olarak her yıl aynı gübre ve tarım ilaçlarını kullanmaktadır. Pamuk yetiştiriciliği esnasında tarlasındaki böcekler için uyguladığı ilaçlar sadece o böcekleri öldürmekle kalmaz, farklı türleri de öldürebilir veya değişen oranlarda zarar verebilir. Çünkü tarım ilaçlarının etki alanları genellikle geniştir. Bunun yanı sıra yapılan araştırmalar tarım sisteminde kullanılan ilaçların ancak % 1-2 kadarının hedef türler üzerine ulaştırılabildiğini bildirmektedir. Daha acı bir tablo ise aşağıda verilmiştir. Tabloda bazı tarım ilaçlarının yararlanma yüzdeleri bulunmaktadır. Bu tabloya göre bir böceği öldürmek 0.03 mikrogram, bir milyon böcek içinse 30 mg kimyasalın gerekli olduğu görülmektedir. Oysa arazide bunun tam 3000 katı kullanılmaktadır!



Kullanılan 3000 kat fazla kimyasal doğadan kendiliğinden masumca kaybolmamakta elbette. Soluduğumuz havaya, içtiğimiz sulara karışmakta, doğrudan ve dolaylı olarak hem bizlerin sağlığını hem de doğal yaşamı tehdit etmektedir. Ürünlerin yetiştirilmesi esnasında kullanılan kimyasalların fazlaları ürünün içeriğine geçerek bu ürünleri tüketen insanların ve hayvanların bünyelerinde birikmekte ve çeşitli hastalıklara sebep olmaktadır. 

Örneğin zehirlenerek öldürülen fareleri tüketen yılanlarında ölmesi sebebiyle yılan tür sayılarında azalma olduğu bildirilmektedir.

 
Bizler yaşadığımız sürece sürdürülebilir sistemlere ihtiyaç duyacağız, bunu elde edebilmenin yollarından birisi ise tarımı sürdürülebilir kılmaktır. Bu yüzden sahip olduğumuz doğayı kaybetmeden, sistemi değiştirmek ve sağlıklı, güvenilir hale dönüştürmek zorundayız. 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder